21 Haziran 2018 Perşembe


Pokut’ un Çamaşırları - 2

En büyük derdimiz çamaşırları kurutmak gibi şeyler olsun.
Çözümünü ise bir ipek mendilin kuruma hızında bulalım diye düşünürken, aniden bastıran sağanak ile bundan da vazgeçtim.
Derdimiz olmasın be arkadaş!

21Haziran2018 14:20 Pokut,Çamlıhemşin-RİZE











21 Mayıs 2018 Pazartesi


Pastoral Aşk

Dev bir kaplumbağanın sırtındayız. Evimizdeyiz.

Ne kara ne de su kaplumbağasıdır kaplumbağamız, sis bulutunda usulca ilerleyen hava kaplumbağasıdır o.

Eski Hintliler Dünya’ nın dört filin sırtında duran büyük bir daire biçiminde olduğuna, bu dört filin de sonsuz bir denizde yüzen kaplumbağanın sırtında olduğuna inanıyorlarmış.

Pokut dev bir kaplumbağa sırtıdır; ben de Dünya’ nın ana kontrol merkezinin Pokut olduğuna inanıyorum.

Benim dünyam burasıdır, benim için dünya burasıdır.




14 Mayıs 2018 Pazartesi


22. Etudosd Dedegöl Dağcılık Şenliği – 2998m

İKİ TOROS KEÇİSİ
Patikalarda, çarşaklı zeminlerde koşuyoruz, o zaman neden dağlara da tırmanmalayım dedik ve kondisyonumuz sayesinde çıkabileceğimizi düşündüğümüz, teknik bir tırmanış ta gerektirmeyen Isparta ilinin en yüksek dağı olan Dedegöl Dağını seçtik. Dedegöl Dağından önce birimiz 2100m, diğerimiz ise en fazla 2300m irtifaya çıkmış olduğu için etkinlik günü geldikçe irtifayı düşünmek heyecanlandırıyordu. Aksu ile Yenişarbademli ilçe sınırları içerisinde bulunan mis gibi kekik kokan Melikler Yaylasına çadırımızı kurduk ve yüksek irtifada düşük oksijene alışabilmemize yardımcı aktimizasyon faaliyeti olur diye hafif tempo ile koşmaya karar verdik, önümüze çıkan 1327 doğumlu olduğu yazılan Bey Çam isimli anıt çama saygı ile dokunduk. Yayladan Yenişarbademli’ ye inen toprak yolun güzelliğine kendimizi kapıtırınca yayladan çok indiğimizi düşünüp geri döndük; vahşi parkurlarda koşarken tedbirli olmak gerektiğini bilen insanlar olarak tırmanışın odağı ile antrenmanımızı turistik gezi şeklinde yaptığımızı, günlük güneşlik olan havanın bir anda durmamacasına yağan bir yağmura yerini bırakması ile anladık. Keçilerinden bazılarını kaybetmiş olan yolda gördüğümüz Yörük Mehmet Amcaya üzülüp koşarken bir yandan da keçileri aradık. O yağmurda koşarken keçileri Mehmet Amca’ nın değil de bizim de kaçırmış olduğumuzu düşünenler olmuştur. Bayağı ıslanmış olduğumuzu ve sabaha karşı Dedegöl Dağı’ na çıkacağımızı düşününce, bizi çadırların kurulduğu alana götürmek için gelen etkinlik aracına hayır demedik. Geldiğimizde güneşli olan hava yerini yağmura, gecenin geç saatlerinde ise yükseklere yağan kara bıraktı bu sebeple her hava şartına tedbirli gelmek gerekiyor. Akşam kamp ateşinin ve Yörük Mehmet Çavuş Amcanın hikayeleri, türküleri içimizi ısıttı.
Pazar sabahı 04:00 te uyandığımızda yatağımızda yatmak varken ne yapıyoruz biz çelişkisine bir an kapılıp, çadırımızdan yukarı baktığımızda gördüğümüz yıldızlar ve bize uzun bir süre gibi gelen bir yıldız kayması ile hemen tırmanış ruhuna büründük. Rehberimiz eşliğinde bir grup toplandık ve tırmanış fenerlerimiz açık bir şekilde başladı. Sislerin arasında geçerken bir film sahnesindeymişizcesine ilerledik. Batonları uzun süre tutmaktan dolayı avuç içleri şişip toplayabilediği için eldivenin önemini ama pratiklik bakımından parmaksız eldiven olması gerektiğini, kar gözleri hassaslaştırdığı için etrafı kırmızı ve mor benekler ile görmemek, kar körlüğüne yakalanmamak için güneş gözlüğünün önemi gibi bilgileri tecrübe edindik. Kolay bir tırmanış değil ama kondisyon sayesinde rahatlıkla çıkılabilecek bir zirve.
Bizi sisin, yağmurun, karın, soğuğun, güneşin yani tüm güzelliklerin ile karşıladığın için teşekkürler Dedegöl Dağı. Zirvedekiler daima yalnızdır ama biz iki kişiydik! İki arkadaşın birlikte gerçekleştirdiği bir zirve olup arkadaşlıklarını zirveye taşımalarında önemli bir yerin oldu. Hep birlikte el ele dağlar bizimle!


                                                         Gülce TUNÇ & Mine ERDOGAN
                                                         Eğirdir Isparta , 12-13 Mayıs 2018







22 Nisan 2018 Pazar


İznik Ultra-Göllüce Patika Koşusu- 30K

YAVAŞ YARIŞ VAR  
İznik Ultra’ yı İstanbul’ a yakın ve köklü bir organizasyon olduğu için deneyimlemek istedim. Yarış tarihini öğrendiğimde antrenman için çok vaktimin olmadığını düşünüp kayıt olmayacaktım ama arkadaşlarımın bu sene parkura eklenen Göllüce Patika Koşusu 30 km ile başlayabilirsin söylemleri hemen hazırlık sürecine girmem için gerekli zemini oluşturdu. Patikalarda koşmaktan zevk alıyorum, bu parkurun adı bile “Patika Koşusu “ ve ilerleyen zamanlarda yarış mesafelerimi de uzatmak için 30 km lik parkur şimdilik kafi dedim. Gerçi parkurumuz bize son dakika sürpriz yapıp uzunluğunun 31.3 km olduğunu bildirince bu kadar farkı sorun yapmadım, 1090 m lik tırmanışımız da vardı; göl seviyesinden itibaren yükselerek tırmanmaya başladığımız parkur daha ilk aşamada hoşgeldin dedi.
İstanbul’ a bu kadar yakın şehir ortamından da bu kadar uzak parkurların olduğunu görünce sevinçten koşmaya başladım. Nisan ayı ilk baharın güzelliklerini hissede hissede ilerlemek için güzel bir ay. Orhan Veli Kanık’ ın “ Hürriyete Doğru “ şiirindeki gibi balıklar değil ama ‘ Yavaş Yarış Var ‘ tabelası ile inekler çıktı yoluma, karşıcı. Sevindim ve yanından geçtiğim bir ağaçtan erik koparıp git gidebildiğin yere dedim. Farklı parkurlarda yarışan yanımdan geçen tanıdık yüzleri görmek keyifliydi, hele ki İznik Ultra 140K ve Orhangazi Ultra 90K koşucularına rastlayınca hızlarına engel olacağım düşüncesi ile parkurda saygıdan kenara çekilmeye çalıştım.
            Birçok noktada fotoğrafçıların olması ve yarış sonrasında o fotoğraflara ulaşabilmek organizasyonun her detayı düşündüğünü gösteriyordu. Derbent kontrol noktasına geldiğimizde bizi karşılayan gönüllülerin ilgi ve alakası yarışın kalan kısmı için güç verdi. Kendimi kaybedip çok sıvı tükettiğimde bir ilgili midemin bulanabileceği için biraz bir şeyler yememi önerdiğinde bu sefer gözüm dönüp her şeyden yemeye çalıştığımda ise söz finişte de bu yiyecekler ile sizi karşılayacağız demesi yüreğime su serpti ve inişe geçtim. Dırazali köyünden geçerken insanların ilgisi, çocukların neşesi ve çak yapmak için ellerini uzatmaları yarışa ayrı bir keyif katıyordu. Yarışlarda her ruh halini ziyadesi ile uç noktalarda yaşayan biri olarak varışa giden dik uzun iniş etabının sonunda asfalta gelip zeytin ağaçlarının yanından geçerken göz yaşlarımı yine tutamadım. Asfalt yol bitmeyecekmiş gibi gözümde büyüdüğünde finişe oynayarak gireceğim diye kendime söz verdim. Halay kolbastı karışımı farklı bir tarz ile oynayarak finişe vardım; oynayarak finişe gelmem ve akabinde madalyamı takıp yere uzanıp sedye istemem arasında on adım vardır. Yarışlar inişli, çıkışlı aynı ruhum gibi...


                    Mine ERDOGAN
         İznik Ultra 2018 - Göllüce Patika Koşusu 30K  , 21 Nisan 2018










28 Mart 2018 Çarşamba

Alanya Ultra Maraton 2018 - Keykubat Dağ Koşusu 21 Km

YÖRÜKLERİN GÜCÜ ADINA
Alanya Ultra’ nın 5 km beni yormaz ama kendimi ultra maraton koşmak için hazır hissetmiyorum diyenleri 21 km’ lik Keykubat Dağ Koşusu etabına davet etmesi bu etabı seçmemde etkili oldu. Keykubat Dağ Koşusu - 21 km etabının büyüklerinin yani “ Alanya Ultra Trail - 66 km ve Taurus Dağ Maratonu - 45 km “ ’ lerin yanında sessiz kalmasını istemediğim ve önümüzdeki sene katılmayı düşünenler için de bir fikir oluşturabilmesi için koşumu rapordan ziyade hatırat şeklinde paylaşmak istedim.
Taşınması zorunlu malzeme listesinin az olması bir avantaj hatta spor ayakkabı zorunlu tek malzeme denilenebilir. Yarış başlangıç saati diğer yarışlara göre daha geç olduğu için hazırlanmak için ziyadesi ile vaktiniz oluyor. 21 Km etabından önce başlayan yarışları görünce keşke 45 km etabına başvursaydım diye düşünüp, yarış başlayıp önümüze çıkan ilk patikada Alaiye Halk Koşusu - 4 km etabına da katılabilirdim çelişkilerim 21 Km nin azımsanacak bir parkur olmadığını hatırlattı. Muz bahçelerinden geçerken dev yaprakların arasında kendimi adeta bir film sahnesindeymişim gibi hissettim. Portakalları, kara dutu, çeşit çeşit çiçekleri görünce kollarımı rüzgara doğru açıp çocuklar gibi yokuş aşağı sevinç içinde koşmaya başladım. Alanya’ nın muhteşem kokusunu derin derin soludum; portakal ve limon ağaçları, yasemin, hanımeli çiçekleri, mor salkımlar mis gibiydi sanki Alanya’ nın her yerine esans dökmüşler.
Dağı tırmanıp düzlüğe ulaştığımda sanki göğsüm yerinden fırlayacakmış gibi onu ellerim ile korumaya çalıştım; göğsümden kabaran hıçkırıklarım ile birlikte göz yaşlarım sümüklerime, ağlamalarım kahkahalarıma karıştığında manzara beni sakinleştirdi; yükseltinin 600 mt’ ye ulaştığı Hıdırellez Tepesi muhteşem bir parkurda yarıştığımızı iyicene gözler önüne seriyordu. Tırmanışlarda zorlanırken Alanya Ultra’ nın 'Yörüklerin İzinde Torosların Zirvesine' sloganını tekrarlamak güç verdi; sen bir yörüksün hadi kızım dedim ve çıktım. Tepede kayalıklarda kıpır kıpır hareketli keçiler ile karşılaşınca onları örnek aldım, yeşillik yiyince canlanmaya da başladım; gelincik şerbeti oluyor niye gelincik yenmesin diye düşünüp gelinciklerin de tadına baktım yalnız papatyalar acıydı. Yeterli sıvı tüketemediğim ve çok terleyip sıvı kaybettiğim için dehidrasyon sonucu bir anda tuz yeme isteği geldi, yanımda tuzlu yiyeceğim de olmadığı için tuzlu kolumu yalayıp kendi tuzum ile vücudumda suyun tutulmasına yardımcı olduğumu düşündüm. Sonuçta yörükler kendi temel ihtiyaçlarını kendi çözümleri ile karşılarlar; ben de bu yarışta bir yörüksem doğru yoldayım deyip yoluma devam ettim.
Bitmeyen bir inişi katettikten sonra Cleopatra Plajına doğru geldiğimde denizin kokusu, dalgaların sesi, köpük köpük hali neşelendirdi ve yarışı tamamlayınca denize girmek için kendime söz verdim. Havanın hafif yağışlı olması kumların daha basılabilir olması açısından faydalı oldu. İşaretleri görememe - kaybetme korkusunu yaşamadım, yol beni götürüyordu. Alanya Kalesini uzaktan görüyordum ama ona ulaşmak o kadar kolay değildi, kumsal yürüyüşünden sonra son acıları patiklarda yaşamak gerekiyordu. Yarışta yanımdan hızlıca geçen birini aradan çok zaman geçmesine rağmen yakaladığımı, geçtiğimi düşündüğüm kişilerin ise önüme geçmeleri adeta hayat ile ilgili ders verir nitelikte. Uzaktan gördüğüm kişinin benim yanıma gelme mesafesi kadar kendime dinlenme süresi vermiştim ama seçtiğim kişi Erkek Genel Liste’ de 66 km yi birincilik ile tamamlayan Dmityr Mityaev’ miş. Onu görmem ve gözden kaybetmem arasındaki süreyi tanımlayacak yegane cümle      “ rüzgar gibi geçti “ olur sanırım.
Geçtiğim yerlerde aklım kaldı, keşke buraya daha sonra da gelip mor salkımların altında manzarayı seyre dalsam dedim ama yarıştan sonra aynı yollar gözümde büyüdüğü için teleferik ile tepeye çıkıp iniş yapmak daha iyi oldu; parkuru o kadar beğendim ki teleferik ile tepeden de belli noktalarını görmek istedim. Zorlu yerlerde, parkuru belirleyen Ahmet Arslan’ a kızarken parkura hayranlığım galebe çaldı. Bir parkur ki içinde her şey var; dağ, deniz, orman, patika, tarihi yollar, muz bahçeleri, kale, tersane, surlar, kule.
Yarışın ertesi günü yağan yağmura rağmen sözümü tutup denize girdim. Eğlenceli, ilaç gibi gelen bir hafta sonu tatili oldu. Yerli yabancı profesyonel spocular ile aynı yarışta olmak, böyle güzel bir parkurda koşmak, bu kadar emek verilen bir organizasyon biter bitmez önümüzdeki senenin hayalini kurmak organizasyonun, genç ve dinamik gönüllülerin başarısıdır.
Yarış bitirme süresinin diğer yarışlara göre uzun olmasının sebebi, şehri tam tur dolaşıp güzelliklerini keşfetmek isteyenlere de fırsat tanımasıdır, buna rağmen antrenmansız katılabilecek bir parkur kesinlikle değil. Alanya sen ne kadar güzel kokan bir şehirmişsin ve ben de ne kadar keçiymişim. Ahmet Arslan’ a da boş yere Dağların Arslanı denmiyormuş, anladım. Güzel memleketsin Türkiye, kıymetini bilmeyenler utansın!



Alanya Ultra Trail, 24 Mart 2018






23 Şubat 2018 Cuma


POKUT MASALI

Soyumuzda bilmediğimiz büyüklerimiz belki Karadeniz’ lidir diye heyecan ile pek çok kişi gibi ben de e-devletten alt-üst soy sorgulaması yaptım; çıkan alt-üst soy belgesinde Karadeniz ile ilgili kendime çıkarım yapabileceğim tek şey büyük büyük babaannemin adının Fındık çıkması oldu, sonuçta fındık ta Karadeniz’ de yetiştiğine göre dolaylı da olsa bir bağ kurdum.
Görmediğimiz hatta eş durumlarından dolayı bilinmeyen diyarları kendimize memleket belliyorsak, bir yere bağlanmak oralı hissetmek için de orada doğmak gerekmez, bu diyarlar da benim coğrafyam doğmadığım memleketim dedim. Karadeniz ile tanışıp şehire dönen çoğu kişi gibi uzun süre etkisinden çıkamadım; bir aşığın sevdiğinin fotoğrafını yanında taşıması gibi taşıyorum yanımda fotoğraflarını, işe gidiş yolumda, gece yatmadan önce fotoğraflarına bakıyorum, okşuyorum, öpüyorum.
Oralı insanları tanımaya çalışıyorum, hepsi benim için bir masal kahramı oldu; kendime onların içinde olduğu ama bilmedikleri bir masal dünyası yarattım. Oralardan ayrı benim şehirde ne işim var, niye ayrıyız diye gün içerisinde hep düşünüyorum. Karadeniz ile ilgili yazılmış şarkıları dinliyorum, ağlıyorum. Memleket hasreti çekiyorum, tulum sesi hasretimi perçinliyor; tulum uzun zaman birbirini göremeyen, sevip kavuşamayanların enstrümanı, sanki gurbetteyim ait olduğum yerlere kavuşamıyorum ve tulum da bunu dile getirip içimi sızlatıyor.
Pokut nezdinde oralar benim coğrafyam; Pokut bir masal mekanından çok daha fazlası masalın ta kendisi; arzu mekanım, masal diyarım, evim “ Pokut ”. Oraların verdiği çoşku ile kendimi attığım yerlerden bir zamanlar insanların meşakkatli ama şenlikli yayla yolculuklarını düşlerim. Pokut’ un sırtından bulut denizinde ki gün batımını izlerken sihirli fasulye masalındaki çocuğun, tohum büyüyünce sırık fasulyesine tırmanıp bulutları aştığı gibi benim de masal diyarına bu şekilde ulaştığım sansırına kapılıyorum. Doğanın kendisi o kadar muhteşem ki zaten aşk havası var; içimden taşan duygulara kendimi bırakıyorum ve rahmetli Kazım Koyuncu’nun bir röportajında dediği aklıma geliyor; *“ Türkiye' de en çok doğa ile iç içe olan toplum bizim Karadeniz toplumu; doğa ile kurdukları ilişki çok farklı. Mesela çok aşk şarkısı gibi duran şarkılar var ama bir ceviz ağacına ya da ineğe yapmış olabilir o şarkıyı, ki nitekim öyle şarkılar var, dinlediğin zaman sanıyorsun ki aşktan ölüyor. Genel bir aşk hali söz konusu gerçekten oksijeni bol bir yer. Ormanı ve suyu bol bir memleket. İnsanların birçok ihtiyacı aşktan sonra geliyor. Aç kalmamalıyız şüphesiz ama aşksız hiç kalmamalıyız. “  Bu sözlerde yağmur veya kırağı sonrası su damlacıkları ile süslenen bir bitkiye ve örümcek ağına, kırmızı minik mantara, bulut denizine, derenin şelalenin suyuna, patikalara hissettiğim pastoral aşkı buluyorum. Rüya gibi bir manzaraya uyanıp karşı yaylaya ve dağlara günaydın demeye, durduk yere sevinç çığlıkları atmaya, yaylanın ortasına sıra sıra dizilmiş evlerin çatılardan koşarak bulut denizine balıklama atlama hayaline hep aşk sebep oluyor.
Defnedilmeyi istenilen yeri söylemeyi anlayamazdım ama tutku duydugun topraklar ile bütünleşmeyi düşünmek garip bir haz veriyormuş, sevmek yetmiyor toprağına karışmak istiyormuşsun; her yerinden hayat fışkıran bir yerde aklıma bunların gelmesi bu coğrafyadan hiç ayrılmak istemeyeşimden kaynaklanıyor. Sanki ait olduğum yer burası da yaşadığım yerde zorla kalıyorum.
Adını her duyuşumda gülümsememe sebebiyet veren, yerimde durduramayacak enerji verip nefes aldıran, tutku duyduğum bu yerler hep ama hep aynı kalsın.


*“NAZAN ÖZCAN Kazım Koyuncu röportajı






1 Şubat 2018 Perşembe


SUSEM

Sülalemizin yani Holstein Friesian’ ların anavatanından çıkıp Amerika’ ya geliş hikayesi, yaklaşık bir asır önce okyanusu geçen bir Hollanda gemisinde tayfaların süt ihtiyacını karşılayan büyük büyük annemizin süt veriminden memnun olan ithalatçının kararı ile başlar. Bizler evcilleştirilmiş memeli hayvanlarız, ineğiz. Ben Amerikan Holstein kısaca holştayn sizler beni saf siyah-beyaz alaca olarak ta bilirsiniz. Ben ise Amerika’ dan gemi ile Mersin’ e, Mersin’ den Konya' ya, Konya’ dan Çamlıhemşin’ e kamyon ile geldim. Hemşin yaylaları ve benim için yeni bir dönem başlamıştı.
Alçak arazi şartlarından çıkıp bulutların ülkesi Hemşin yaylalarına gelişim ise dört kadının inadı, azmi ve tutkusu sayesinde gerçekleşti. Bu dört kadının üçü kız kardeş, biri de en büyüklerinin kızıdır. Şehirden köylerine göç etmeyi kafalarına koyan, ailenin erkeklerini peşlerinden sürekleyen, köy ve yayla kütürünün, köylülüğün sönümlenmesine karşı biz buradayız diyen, kültürlerini koruyup sahip çıkan, gıda üretmek için çabalayan emek veren, toprağı işleyen, arkadaşlarımın ve diğer canlıların da yaşam alanı için savaşım veren doğdukları coğrafyanın karakterize ettiği kadınlardır.
 Bir inek olarak çok yol katettiğim için korkup sinirlenmiştim; insanlar ve yeni arkadaşlarım ile tanışmak istemedim, bir süre kimseyi yanıma yaklaştırmadım. Kadınlarım benim ile tanışıp kaynaşmak için sabırsızlanıyorlardı, yanıma gelip okşayıp severken evine hoşgeldin Susem dediler, hiçbirine sırnaşmadım hatta saldırganlaştım sonra tek tek gelmeye başladılar, hepsi uzun uzun yaylalarını, bulut denizlerini, yayla çiçeklerini anlattıp durdular. Ekmeklerinin sürekliliğini ahırdan kazanan bu kadınlar, belirli genetik niteliklere sahip yapım sayesinde günde ortalama yirmi beş ila otuz beş kilogram arasında süt verme oranım sebebi ile beni ta nerelerden çağırmışlardı ama ben onları yanıma bile yaklaştırmıyordum. Gidip gelip okşayıp konuştular, rahatlatmaya çalıştılar sonunda birbirimize ısınmaya başladık. Benim bakımım, beslenmem, barınmam hepsinin hayatının odak noktasıydı, bütün planlarını bana göre ayarlıyorlardı. Bu kadınlar benim savunucularım dedim.
Buraya geliş yolunda vedalaştığım arkadaşlarımı düşündüm, bir sağım döneminde süt seviyelerinin artması için gezmeleri engellenip, kapalı alanlarda boyunlarından bağlanıp en basit hareketi bile yapamayacaklardı, yeni doğan süt yavruları ile bağ oluşturmalarına izin verilmeden çoğunun yavruları ilk on iki saat içerisinde alınacaktı. Yavrularımızdan bizi hemen koparan, gün ışığı göremeyip karalıklara mahkum eden, anormal bir şekilde hızlıca büyümeye zorlayan ve bizi sadece süt makinesi gibi gören hayvan yetiştiricilerinin acımasız sistemlerine karşıydı benim kadınlarım.
Boylarımız diğer akrabalarımıza nazaran daha uzun olduğu için engebeli coğrafyada zamanla hüner gösterdim. Soğuk şartlara dayanıklılığımız olduğu için havasını da sevdim, özgürce geziyor, sıçrıyor ve koşuyordum. Sis bulutunun içinde kaldığım zaman çan sesimden beni tanıyan kadınlarımın sevinç seslerini duyuyordum, salt varlığım onlar için mutluluk kaynağıydı. Emek veren, üreten, korumaya çalışan kadınlarım benim.
Sütçü beden yapımız gereği memelerimiz şişkin ve büyüktür, belirgin süt damarları vardır. Mastitis yani meme iltihabı olduğumda memelerime kimseyi dokundurtmuyordum, iyileşmem için memelerimde süt birikmemesi gerektiğini öğrenmişlerdi ve her ne pahasına olursa olsun yanıma yaklaşmaktan çekinmiyorlar, zorlu şartlar ile yaylaya getirtebildikleri ilaçları bana vermeye çalışıyorlardı. Yayla şartlarında her zaman veteriner gelemediği için çoğu şeyi okuyup, deneyimleyip öğrenmişlerdi. Tedavisi zor ve masraflı olan hastalığım için seferber olup hastalığım sırasında gerçekleşen süt kayıplarından ziyade kendi canlarıymışcasına benim için dertleniyorlardı. Kadınlardan birinin gördüğü rüya sıkıntılarını perçinlemişti, Rüyasında “ ineklerin etrafta yiyebileceği bir yeşillik kalmadığını ve süt verebilmeleri için temini zor olan şeffaf uzun bir poşette otlardan oluşan bir yiyecek sipariş ettiklerini ve yemeye hazır hale gelmesi için törensel bir şekilde hazırladıklarını, bir yandan da ineklerin süt verememesi, süt verebilmesi için böyle zahmet çekmelerine kederlendiklerini yani hem ekolojik olarak ineklerin yaşam döngülerinin tükenmesine hem de dişil karşılıklarının yaşadıkları sıkıntılara kadın kadına hüzünlendiklerini ” görmüştü. Meme iltihabım sırasında meme başlarım açık olduğu için kapabileceğim başka hastalıklardan korkup, zorlu sağımlardan sonra bir saat ayakta kalabilmem için yanımdan ayrılmayıp benim ile sohbet ediyorlardı. Kendime dokundurtmadığım bir gün süt sağma makinesi ile geldiler, her yolu deniyor yılmıyorlardı mücadeleci kadınlarım.
Kendi sonlarını hızladırdıklarının, gezegeni mahvettiklerinin farkında olmayan insanların giderken arkalarından bıraktıkları plastikleri yiyecek sanıp yediğim bir gün hastalanmıştım da ne üzülüp, sinirlenmişlerdi. Böyle insanlara, doğaya zarar veren yapılaşmalara, yollara, yaylaların kullanım hakkının sermaye gruplarına verilmesine karşıdır benim kadınlarım.
Yaylacılık kültürünü devam ettirebilen, besleyici gıda üretmek için çabalayan bir avuç insan sayesinde yaylalarda özgürce gezebilen şanslı arkadaşlarım da var. Bu kadınlar hepimizin hayatını değiştiremeyeceklerini biliyorlar ama bu onları yıldırmıyor; ellerinden geldiğince, güçleri yettiğince çabalayıp direniyor benim kadinlarim. Kendi köyünü, yaylasını ve hayatlarına dahil ettikleri insanları tahakküm edenlere boyun eğmemeleri için teşvik edip, doğanın sömürülmemesi için savaşan, dokundukları hayatlar ile daha da güçlenen köylü kadınlarım benim. Bizleri ait olduğumuz yerlerden alıkoyacak olan yaylaları birbirine bağlamayı amaçlayan, adına yeşil yol denilen rant projesine karşı bu yaylalarda arkadaşlarımın ve benim özgürce gezmemiz, yaylalarda ki safi varlığımızı devam ettirebilmek için çabalamaları doğa talanına karşı duruşlarıdır, tepkileridir. Bizlerin ve kendilerinin hayat olduğunu bilen, yılmayan bilge köylü kadınlarımın güçlü duruşu sayesinde olmamız gereken yerde, köyümüzde yaylamızdayız.