SUSEM
Sülalemizin yani Holstein Friesian’ ların anavatanından
çıkıp Amerika’ ya geliş hikayesi, yaklaşık bir asır önce okyanusu geçen bir
Hollanda gemisinde tayfaların süt ihtiyacını karşılayan büyük büyük annemizin
süt veriminden memnun olan ithalatçının kararı ile başlar. Bizler evcilleştirilmiş
memeli hayvanlarız, ineğiz. Ben Amerikan Holstein kısaca holştayn sizler beni
saf siyah-beyaz alaca olarak ta bilirsiniz. Ben ise Amerika’ dan gemi ile
Mersin’ e, Mersin’ den Konya' ya, Konya’ dan Çamlıhemşin’ e kamyon ile geldim. Hemşin
yaylaları ve benim için yeni bir dönem başlamıştı.
Alçak arazi şartlarından çıkıp bulutların ülkesi
Hemşin yaylalarına gelişim ise dört kadının inadı, azmi ve tutkusu sayesinde
gerçekleşti. Bu dört kadının üçü kız kardeş, biri de en büyüklerinin kızıdır.
Şehirden köylerine göç etmeyi kafalarına koyan, ailenin erkeklerini peşlerinden
sürekleyen, köy ve yayla kütürünün, köylülüğün sönümlenmesine karşı biz
buradayız diyen, kültürlerini koruyup sahip çıkan, gıda üretmek için çabalayan
emek veren, toprağı işleyen, arkadaşlarımın ve diğer canlıların da yaşam alanı
için savaşım veren doğdukları coğrafyanın karakterize ettiği kadınlardır.
Bir inek olarak
çok yol katettiğim için korkup sinirlenmiştim; insanlar ve yeni arkadaşlarım
ile tanışmak istemedim, bir süre kimseyi yanıma yaklaştırmadım. Kadınlarım
benim ile tanışıp kaynaşmak için sabırsızlanıyorlardı, yanıma gelip okşayıp
severken evine hoşgeldin Susem dediler, hiçbirine sırnaşmadım hatta
saldırganlaştım sonra tek tek gelmeye başladılar, hepsi uzun uzun yaylalarını,
bulut denizlerini, yayla çiçeklerini anlattıp durdular. Ekmeklerinin
sürekliliğini ahırdan kazanan bu kadınlar, belirli genetik niteliklere
sahip yapım sayesinde günde ortalama yirmi beş ila otuz beş kilogram arasında süt
verme oranım sebebi ile beni ta nerelerden çağırmışlardı ama ben onları yanıma
bile yaklaştırmıyordum. Gidip gelip okşayıp konuştular, rahatlatmaya çalıştılar
sonunda birbirimize ısınmaya başladık. Benim bakımım, beslenmem, barınmam hepsinin
hayatının odak noktasıydı, bütün planlarını bana göre ayarlıyorlardı. Bu
kadınlar benim savunucularım dedim.
Buraya geliş yolunda vedalaştığım arkadaşlarımı
düşündüm, bir sağım döneminde süt seviyelerinin artması için gezmeleri
engellenip, kapalı alanlarda boyunlarından bağlanıp en basit hareketi bile
yapamayacaklardı, yeni doğan süt yavruları ile bağ oluşturmalarına izin
verilmeden çoğunun yavruları ilk on iki saat içerisinde alınacaktı.
Yavrularımızdan bizi hemen koparan, gün ışığı göremeyip karalıklara mahkum eden,
anormal bir şekilde hızlıca büyümeye zorlayan ve bizi sadece süt makinesi gibi
gören hayvan yetiştiricilerinin acımasız sistemlerine karşıydı benim
kadınlarım.
Boylarımız diğer akrabalarımıza nazaran daha uzun
olduğu için engebeli coğrafyada zamanla hüner gösterdim. Soğuk şartlara dayanıklılığımız olduğu için havasını
da sevdim, özgürce geziyor, sıçrıyor ve koşuyordum. Sis bulutunun içinde
kaldığım zaman çan sesimden beni tanıyan kadınlarımın sevinç seslerini
duyuyordum, salt varlığım onlar için mutluluk kaynağıydı. Emek veren, üreten,
korumaya çalışan kadınlarım benim.
Sütçü beden yapımız gereği memelerimiz şişkin ve
büyüktür, belirgin süt damarları vardır. Mastitis yani meme iltihabı olduğumda
memelerime kimseyi dokundurtmuyordum, iyileşmem için memelerimde süt
birikmemesi gerektiğini öğrenmişlerdi ve her ne pahasına olursa olsun yanıma
yaklaşmaktan çekinmiyorlar, zorlu şartlar ile yaylaya getirtebildikleri
ilaçları bana vermeye çalışıyorlardı. Yayla şartlarında her zaman veteriner gelemediği
için çoğu şeyi okuyup, deneyimleyip öğrenmişlerdi. Tedavisi zor ve masraflı
olan hastalığım için seferber olup hastalığım sırasında gerçekleşen süt
kayıplarından ziyade kendi canlarıymışcasına benim için dertleniyorlardı. Kadınlardan
birinin gördüğü rüya sıkıntılarını perçinlemişti, Rüyasında “ ineklerin etrafta
yiyebileceği bir yeşillik kalmadığını ve süt verebilmeleri için temini zor olan
şeffaf uzun bir poşette otlardan oluşan bir yiyecek sipariş ettiklerini ve
yemeye hazır hale gelmesi için törensel bir şekilde hazırladıklarını, bir
yandan da ineklerin süt verememesi, süt verebilmesi için böyle zahmet
çekmelerine kederlendiklerini yani hem ekolojik olarak ineklerin yaşam
döngülerinin tükenmesine hem de dişil karşılıklarının yaşadıkları sıkıntılara
kadın kadına hüzünlendiklerini ” görmüştü. Meme iltihabım sırasında meme
başlarım açık olduğu için kapabileceğim başka hastalıklardan korkup, zorlu
sağımlardan sonra bir saat ayakta kalabilmem için yanımdan ayrılmayıp benim ile
sohbet ediyorlardı. Kendime dokundurtmadığım bir gün süt sağma makinesi ile
geldiler, her yolu deniyor yılmıyorlardı mücadeleci kadınlarım.
Kendi sonlarını hızladırdıklarının, gezegeni
mahvettiklerinin farkında olmayan insanların giderken arkalarından bıraktıkları
plastikleri yiyecek sanıp yediğim bir gün hastalanmıştım da ne üzülüp,
sinirlenmişlerdi. Böyle insanlara, doğaya zarar veren yapılaşmalara, yollara,
yaylaların kullanım hakkının sermaye gruplarına verilmesine karşıdır benim
kadınlarım.
Yaylacılık kültürünü devam ettirebilen, besleyici gıda
üretmek için çabalayan bir avuç insan sayesinde yaylalarda özgürce gezebilen
şanslı arkadaşlarım da var. Bu kadınlar hepimizin hayatını
değiştiremeyeceklerini biliyorlar ama bu onları yıldırmıyor; ellerinden
geldiğince, güçleri yettiğince çabalayıp direniyor benim kadinlarim. Kendi
köyünü, yaylasını ve hayatlarına dahil ettikleri insanları tahakküm edenlere
boyun eğmemeleri için teşvik edip, doğanın sömürülmemesi için savaşan,
dokundukları hayatlar ile daha da güçlenen köylü kadınlarım benim. Bizleri ait
olduğumuz yerlerden alıkoyacak olan yaylaları birbirine bağlamayı amaçlayan, adına
yeşil yol denilen rant projesine karşı bu yaylalarda arkadaşlarımın ve benim
özgürce gezmemiz, yaylalarda ki safi varlığımızı devam ettirebilmek için çabalamaları
doğa talanına karşı duruşlarıdır, tepkileridir. Bizlerin ve kendilerinin hayat
olduğunu bilen, yılmayan bilge köylü kadınlarımın güçlü duruşu sayesinde olmamız
gereken yerde, köyümüzde yaylamızdayız.