22 Nisan 2017 Cumartesi

KARMAKARIŞIK SAÇLAR

Bir insanın fiziksel özelliklerine bakınca dikkat çeken, onu tanımlamaya yardımcı olan kısımları vardır; beni de sadece fiziksel özelliklerim ile tanımlamaya çalışan birisinin sayacağı kısımların başında gelir kıvırcık saçlarım. Lise yıllarımda bir arkadaşımın yazdığı  “kıvırcık saçlarım kadar karışık ” olduğumu anlatan şiirini bugün bile anımsamak hoşuma gider.
Babaannem bende güzel bulduğu fiziksel özellikler için kendisine, beğenmediği özelliklerim için de aynı anasına çekmiş der. Saçlarımı aynı benim saçlarım diye sevip, gün içerisinde birden fazla görüşmüş olsak bile saçlarımın onun saçlarına benzediğini yineler durur. Saç rengimi değiştirdiğimde bile aynı benim saçlarım demesini devam ettirir; gençlik yıllarında kestirip, bir kağıdın arasında sakladığı saçlarını saklamam için bana emanet etti. Çocukken beni anneme benzetmelerini beklerdim ama kıvırcık saçlı bir babanın kıvırcık saçlı bir kızı olarak aynı babası, babasına çekmiş ne çok benziyor babasına cümlelerini işitirdim ve anneme benzemek erkek kardeşime ait bir olguydu. Annemin saçlarımı ilk kesmesinden sonra düz çıkmaya başlaması ile “ ne yaptım çocuğun saçlarına “ diye üzülmesine sebep olmuş saçlarım; daha sonra orta okul yıllarımda tekrar kıvırcıklaşmaya başladılar ve hala fikrini değiştirmediler, kıvırcık bir şekilde var olmaya devam ediyorlar.
Girdiğim yeni ortamlarda saçlarım insanlar ile iletişim kurmamı hızlandıran bir araçtı; büluğ çağımda beğenmediğim diğer fiziksel özelliklerimi bile gölgelemeye yetiyorlardı. Saçlarımı çok kısaltmadan belli bir boyda kullanırım yıllar yılı; bir anda saç kestirme dürtüsü geldi ve bu istek öyle bir şeydi ki eğer kuaföre gitmeseydim dayanamayıp kendim kesecektim. Hiç kimsenin beklemediği şekilde kısa bir boy istediğim için bu sefer kuaföre gitmeye karar verdim; randevu için aradığımda - on altı yıldır saçlarımı kestirmiyorum o yüzden biraz heyecanlıyım, kusura bakmayın – dediğimde karşı taraftan uzun müddet ses gelmeyince, korkmayın masal kahramanı Rapunzel değilim arada kendim kesiyorum diye açıklama yapmıştım. Kuaförden, saçımın bir tarafını kazıyıp ensemi açık kalacak şekilde kısaltılmasını istediğimde, kesmeden önce emin misin diye sordu. Ailemin kadınları bu kesim işini abartmadan kısa kestirebileceğimi telkin ediyorlardı ama bir dürtü geldi ve engel olmadım.
Kadınların saçları ile ilgili böyle radikal değişiklikleri bir bunalım sonucu yaptıklarını ve iyi olup olmadığımı soran kişilere de sinirleniyordum; hayatımın bir döneminde de böyle olmak istemiştim, güzel ya da çirkin görünüp görünmeyeceğimi önemsemeden, bu kavramlara takılmadan hareket etmek istedim. Evlendikten sonra kestirseydin deyip, zaten evlenmedin bu şekilde hiç evlenemezsin alt mesajını iletenlere boş gözler ile baktım. Sonucu önemsemeden benim bir özelliğim olan saçlarımı kestirmiştim; sonuçtan herkesten çok ben memnun oldum, önemli olan da buydu.
Dünya üzerinde yüz otuz beş kentte sekiz milyondan fazla insana temas etmiş olan “ *Karanlıkta Diyalog ” deneyimimde, kapkaranlık bir alanda görme engelli bir insan ile paylaştığım bir buçuk saatlik an gözlerimi açtı; karşısında nasıl oturduğum, ne giydiğim, nasıl göründüğüm ile ilgilenmeyen; saçım, burnum, dişim, görünüşüm umurunda olmayan ön yargı oluşturmayan birisi ile sadece ben olduğum için sohbet edebilmek iletişebilmek keyifliydi. Kapkaranlık bir ortamda görme dışındaki duyularım bana yol gösterici oldu; hiçbir fiziksel özelliğim ön yargı ya da artı puan şeklinde algılanmayıp, diyalog kurabilmek için sadece insani değerlerime, kültürüme, içtenliğime, safi ben olmaya kendimi teslim etmem yetti. Saçlarımı bir dürtü şeklinde kestirmemin sebebi bunalım ya da depresyon değil, etiketler yaftalamalar ve hoşgörüsüzlükler arasında bir diyalog kurma çabamdan kaynaklanmaktadır; güzellik çirkinlik ya da başı açıklık kapalılık gibi zihinsel gerilik göstergesi kavramlarımız yerine yeni yollar bulmak gerektiğinin savunucusu olarak, dikkat çekici bir parçam olmadan da ben benim demek istememdir.
Mor sarı yeşil turuncu, uzun kısa, rastalı kazıtılmış, başı örtülü örtüsüz. Biz nasıl istiyorsak öyle! Bu yazı, kıvırcık saçları kadar karışık olan bu şahsın saçma sapan saç baş mevzuları sürüp giderken kökü sende üzülme, nasıl olsa uzar diyenlere köprü kurabilmemiz için dıştan çoktan içe yönelmenin gerekliliğine ve saç kesme hikayemin bana temas etmiş olan “ Karanlıkta Diyalog ” deneyimine dayandığına dair uzun uzadıya beyanıdır.


* Karanlıkta Diyalog Sergisi, İstanbul Social Enterprise tarafından Aralık 2013' te İstanbul' da kapılarını açtı. Görme engelli rehberler, dokunarak, koklayarak, duyarak yeni ve farklı bir biçimde görmenizi sağlayarak sizi unutulmaz bir yolculuğa çıkartıyor. 




DÜDÜKLÜ  TENCERE

Kimseyi dinlemedim. Aldım aldım aldım. Kimseyi dinlemedim. Sattım sattım sattım. Çılgınlar gibi maaşımı eşya alıp biriktirmeye adamıştım. Bir ay neredeyse sadece bir düdüklü tencere için çalışmıştım. Elbette maaşımın hepsi değildi ama hayati ihtiyaçlarımı çıkardığımda kalan paramın tümünü eşyalara yatırıyordum. Teyzemin o dönem düdüklü tencere aldığım fiyata bulaşık makinesi aldığını düşünürsek, aile ve arkadaş ortamımda bir düdüklü tencereye o parayı verdiğim için yadırganmıştım.
İnsanlar sürekli yemek yapan biri olmadığım için bu düdüklü tencerenin içine her şeyi koyunca yemeğin hazır önüme geleceğini düşünüp almış olabileceğimi konuşuyorlardı. Herkes kendi evindeki düdüklü tenceresini bana över olmuştu. Biri en ilkel düdüklü tenceresinin bile iş gördüğünü, biri çocuklu ailesine bile dört litre tencerenin yettiğini benim sekiz litre ile ne yapacağımı, biri komşusunun ocakta yemeği varken düdüklü tenceresinin çıkartılabilir alarmı ile ona geldiğini benim tenceremde neden bu alarmın olmadığını, biri kullanmaya başlayacağım zaman daha iyilerinin çıkacağını konuştular da konuştular. Her almaya niyetlendiğimde annem beni vazgeçiriyordu. Evimizden uzak bir yerde oturan teyzemlere giderken yolda yine gördüm o düdüklü tencereyi. Bu sefer annemi dinlemedim aldım ve sonunda kavuştuk. Teyzemlerde seremoni ile düdüklü tenceremi açtık inceledik, kullanılacağı günü beklemek üzere geri paketledik. Eve getirmiştim düdüklü tenceremi. Annemin deyişi ile muradıma ermiştim. Birçok gereksiz ayrıntıyı düşünüp alıyordum. Bir ay boyunca çalışıp eşyaya maaşımı yatırmanın adı çeyizdi. Alma konusunda zirve yapıp buzdolabı bile almıştım. Neyse ki bir tartışma sonucunda acele ettiğimi algılayıp çok ta razı olmadan iade edebilmek için bayağı uğraş vermiştim. Annem bu şekilde eşya biriktirmemi istemiyor, ben ise onu dinlemiyordum.
Bu eşyaları birlikte kullanmayı düşündüğüm insan ile yollarımız kesişmeyince kullanmak istemedim. Bu kesişememe durumu sancılı bir süreçti. Mevlana’ nın istenilen bir şey olmuyorsa ya daha iyisi olacağı için ya da gerçekten de olmaması gerektiğini hatırlatması, Charles Bukowski’ nin kaybettiğini sandıkların, kurtulduklarındır belki demesi bana bu süreçte güç verdi. Canla başla çalışıp yığdığım eşyalardan şimdi kurtulma zamanıydı. Kendin aldın niye kullanmayacaksın, hem o düdüklü tencereyi nereden nerelere taşıdın, taşınırken bile düdüklü tencereni unutmadın, kendi emeğin ile çalışıp aldın tarzı konuşmalara konu olup yine düdüklü tencere gündemde kalmayı başarmıştı. Almamam için yapılan konuşmalar bu sefer satmamam için yapılmaya başlamıştı. Patlama ihtimalinden dolayı korkulan bir mutfak gereci olması sebebi ile çoğu kişinin alıp hemen kullanmaya başlayamadığı düdüklü tencere kelimenin tam anlamı ile elimde patlamıştı.
Eşyaların satılabildiği internet sitelerine bana göre yükte de ağır pahada da ağır eşyaları koyup satmaya başlamıştım. Alırken karşı olan annem şimdi satarken de karşıydı. Zaten en başından beri böyle eşya biriktirmenin anlamsızlığını yineliyordu. Bu deneyimi kendim yaşayıp görmem gerekiyormuş. Sattığım her eşya ile rahatlıyordum. Düdüklü tenceremi almak isteyen bir çocuğun yanına annem ile başımıza kötü bir olay gelirse, kendimizi ve düdüklü tenceremizi korumak adına hava yağmurlu olmamasına rağmen şemsiyelerimizi alıp gitmiştik. Kendimizi ve düdüklü tenceremizi şemsiyelerimiz ile koruyacaktık. Çocuğun annesi için düdüklü tencereyi aldığını, piyasa fiyatından daha uyguna verdiğim için kaçırmak istemediğini söylemesi içimi rahatlattı. Düdüklü tenceremi onun kıymetini, değerini bilen bir anne sahipleneceği için mutlu bile olmuştum. Elektrikli süpürgemi ise yılbaşı günü yeni yıla tam ayılamamışken öğleden önce sattım. Bir kadın aramıştı ve kocasının vereceğim adrese gelebileceğini söylüyordu. Yılbaşı sabahı bu kadar heyecan ile süpürgemi almak isteyen bir kadın ve kar kış demeden gelecek bir eşi varken bende çok pazarlık yapmadım, onu da sattım. Bu şekilde sattıkça hafifledim ve kalan diğer küçük parçalar da gözüme fazla gelmemeye başladı. Hem insanlar doğru söylüyordu, çalışıp almıştım o eşyaları, niye kullanmayacaktım. Annem, kuzenlerim ve arkadaşlarım ile ikili kalpli dondurma kaşıkları, ikili kahve fincanları, şekilli yumurtalıklar gibi çeyizimin en nadide parçalarını kullanırken şakalaşmaya bile başlamıştım. Kalpli aşk kaşığım ile yediğim dondurma ile o dönemlere gülümseyerek bakabiliyordum. Neticede kaşık kaşıktı, fincan fincandı. İhtiyaç varsa kullanılırdı, niye saklanılsındı. Aldığım nevresim ve çarşaf takımlarını üst üste koyduğumda neredeyse bacak boyum kadar oluyorlardı. Evlilik yılları benden bir yaş büyük olan annem ve babamın bile bu kadar çok nevresim ve çarşaf takımına ihtiyacı olmamıştır. Annem daha sonra o nevresimlerden perde bile dikti. Paketlerini açtığım her eşya da onları alırken büründüğüm eski ruh halimi hatırlıyor, paketleri açtıkça da rahatlıyordum.
Sattığım eşyaların paralarını biriktirip, üzerine biraz daha ekleyince kendime ilk yurtdışı seyehatini de hediye etmiş oldum. Gezerken coşup eğlendiğimde bu düdüklü tencere için, bu süpürge için, bu televizyon için deyip çeyiz paralarımı saçarken içimde kalan hüzün kırıntılarını da silkeliyordum.
Başkalarının tecrübelerinden yararlanmak sergileyebileceğim en akıllıca davranış olabilirdi ama kendim deneyimleyince çeyizini satan bilge aydınlanması yaşadım. Tek kişilik bir oyun oynamış, almış almış biriktirmiştim. Aldıklarım ile dedikleri gibi buradan köye yol olurmuş. Satarken ise kendime doğru bir yolculuk oldu. Böylelikle düdüklü tencerenin sebep olduğu tahribatı da gidermiş oldum ve düdüklü tencere deneyimleyebileceğim eşsiz yolculuklarımdan birinde bana eşlik etti, görevini tamamladı. Hayatlarımızda ki görevlerini tamamlayıp, asıl amaçlarını gerçekleştiren şeylerden ve bağımlılıklardan kurtulup özgürleşmek gerekiyormuş. Güle güle düdüklü tencerem. Başkalarını da aydınlat!

                      


                                                                                   
    Kayışdağı-İSTANBUL