22 Nisan 2017 Cumartesi

DÜDÜKLÜ  TENCERE

Kimseyi dinlemedim. Aldım aldım aldım. Kimseyi dinlemedim. Sattım sattım sattım. Çılgınlar gibi maaşımı eşya alıp biriktirmeye adamıştım. Bir ay neredeyse sadece bir düdüklü tencere için çalışmıştım. Elbette maaşımın hepsi değildi ama hayati ihtiyaçlarımı çıkardığımda kalan paramın tümünü eşyalara yatırıyordum. Teyzemin o dönem düdüklü tencere aldığım fiyata bulaşık makinesi aldığını düşünürsek, aile ve arkadaş ortamımda bir düdüklü tencereye o parayı verdiğim için yadırganmıştım.
İnsanlar sürekli yemek yapan biri olmadığım için bu düdüklü tencerenin içine her şeyi koyunca yemeğin hazır önüme geleceğini düşünüp almış olabileceğimi konuşuyorlardı. Herkes kendi evindeki düdüklü tenceresini bana över olmuştu. Biri en ilkel düdüklü tenceresinin bile iş gördüğünü, biri çocuklu ailesine bile dört litre tencerenin yettiğini benim sekiz litre ile ne yapacağımı, biri komşusunun ocakta yemeği varken düdüklü tenceresinin çıkartılabilir alarmı ile ona geldiğini benim tenceremde neden bu alarmın olmadığını, biri kullanmaya başlayacağım zaman daha iyilerinin çıkacağını konuştular da konuştular. Her almaya niyetlendiğimde annem beni vazgeçiriyordu. Evimizden uzak bir yerde oturan teyzemlere giderken yolda yine gördüm o düdüklü tencereyi. Bu sefer annemi dinlemedim aldım ve sonunda kavuştuk. Teyzemlerde seremoni ile düdüklü tenceremi açtık inceledik, kullanılacağı günü beklemek üzere geri paketledik. Eve getirmiştim düdüklü tenceremi. Annemin deyişi ile muradıma ermiştim. Birçok gereksiz ayrıntıyı düşünüp alıyordum. Bir ay boyunca çalışıp eşyaya maaşımı yatırmanın adı çeyizdi. Alma konusunda zirve yapıp buzdolabı bile almıştım. Neyse ki bir tartışma sonucunda acele ettiğimi algılayıp çok ta razı olmadan iade edebilmek için bayağı uğraş vermiştim. Annem bu şekilde eşya biriktirmemi istemiyor, ben ise onu dinlemiyordum.
Bu eşyaları birlikte kullanmayı düşündüğüm insan ile yollarımız kesişmeyince kullanmak istemedim. Bu kesişememe durumu sancılı bir süreçti. Mevlana’ nın istenilen bir şey olmuyorsa ya daha iyisi olacağı için ya da gerçekten de olmaması gerektiğini hatırlatması, Charles Bukowski’ nin kaybettiğini sandıkların, kurtulduklarındır belki demesi bana bu süreçte güç verdi. Canla başla çalışıp yığdığım eşyalardan şimdi kurtulma zamanıydı. Kendin aldın niye kullanmayacaksın, hem o düdüklü tencereyi nereden nerelere taşıdın, taşınırken bile düdüklü tencereni unutmadın, kendi emeğin ile çalışıp aldın tarzı konuşmalara konu olup yine düdüklü tencere gündemde kalmayı başarmıştı. Almamam için yapılan konuşmalar bu sefer satmamam için yapılmaya başlamıştı. Patlama ihtimalinden dolayı korkulan bir mutfak gereci olması sebebi ile çoğu kişinin alıp hemen kullanmaya başlayamadığı düdüklü tencere kelimenin tam anlamı ile elimde patlamıştı.
Eşyaların satılabildiği internet sitelerine bana göre yükte de ağır pahada da ağır eşyaları koyup satmaya başlamıştım. Alırken karşı olan annem şimdi satarken de karşıydı. Zaten en başından beri böyle eşya biriktirmenin anlamsızlığını yineliyordu. Bu deneyimi kendim yaşayıp görmem gerekiyormuş. Sattığım her eşya ile rahatlıyordum. Düdüklü tenceremi almak isteyen bir çocuğun yanına annem ile başımıza kötü bir olay gelirse, kendimizi ve düdüklü tenceremizi korumak adına hava yağmurlu olmamasına rağmen şemsiyelerimizi alıp gitmiştik. Kendimizi ve düdüklü tenceremizi şemsiyelerimiz ile koruyacaktık. Çocuğun annesi için düdüklü tencereyi aldığını, piyasa fiyatından daha uyguna verdiğim için kaçırmak istemediğini söylemesi içimi rahatlattı. Düdüklü tenceremi onun kıymetini, değerini bilen bir anne sahipleneceği için mutlu bile olmuştum. Elektrikli süpürgemi ise yılbaşı günü yeni yıla tam ayılamamışken öğleden önce sattım. Bir kadın aramıştı ve kocasının vereceğim adrese gelebileceğini söylüyordu. Yılbaşı sabahı bu kadar heyecan ile süpürgemi almak isteyen bir kadın ve kar kış demeden gelecek bir eşi varken bende çok pazarlık yapmadım, onu da sattım. Bu şekilde sattıkça hafifledim ve kalan diğer küçük parçalar da gözüme fazla gelmemeye başladı. Hem insanlar doğru söylüyordu, çalışıp almıştım o eşyaları, niye kullanmayacaktım. Annem, kuzenlerim ve arkadaşlarım ile ikili kalpli dondurma kaşıkları, ikili kahve fincanları, şekilli yumurtalıklar gibi çeyizimin en nadide parçalarını kullanırken şakalaşmaya bile başlamıştım. Kalpli aşk kaşığım ile yediğim dondurma ile o dönemlere gülümseyerek bakabiliyordum. Neticede kaşık kaşıktı, fincan fincandı. İhtiyaç varsa kullanılırdı, niye saklanılsındı. Aldığım nevresim ve çarşaf takımlarını üst üste koyduğumda neredeyse bacak boyum kadar oluyorlardı. Evlilik yılları benden bir yaş büyük olan annem ve babamın bile bu kadar çok nevresim ve çarşaf takımına ihtiyacı olmamıştır. Annem daha sonra o nevresimlerden perde bile dikti. Paketlerini açtığım her eşya da onları alırken büründüğüm eski ruh halimi hatırlıyor, paketleri açtıkça da rahatlıyordum.
Sattığım eşyaların paralarını biriktirip, üzerine biraz daha ekleyince kendime ilk yurtdışı seyehatini de hediye etmiş oldum. Gezerken coşup eğlendiğimde bu düdüklü tencere için, bu süpürge için, bu televizyon için deyip çeyiz paralarımı saçarken içimde kalan hüzün kırıntılarını da silkeliyordum.
Başkalarının tecrübelerinden yararlanmak sergileyebileceğim en akıllıca davranış olabilirdi ama kendim deneyimleyince çeyizini satan bilge aydınlanması yaşadım. Tek kişilik bir oyun oynamış, almış almış biriktirmiştim. Aldıklarım ile dedikleri gibi buradan köye yol olurmuş. Satarken ise kendime doğru bir yolculuk oldu. Böylelikle düdüklü tencerenin sebep olduğu tahribatı da gidermiş oldum ve düdüklü tencere deneyimleyebileceğim eşsiz yolculuklarımdan birinde bana eşlik etti, görevini tamamladı. Hayatlarımızda ki görevlerini tamamlayıp, asıl amaçlarını gerçekleştiren şeylerden ve bağımlılıklardan kurtulup özgürleşmek gerekiyormuş. Güle güle düdüklü tencerem. Başkalarını da aydınlat!

                      


                                                                                   
    Kayışdağı-İSTANBUL



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder