DÜDÜKLÜ TENCERE
Kimseyi dinlemedim. Aldım aldım aldım. Kimseyi
dinlemedim. Sattım sattım sattım. Çılgınlar gibi maaşımı eşya alıp biriktirmeye
adamıştım. Bir ay neredeyse sadece bir düdüklü tencere için çalışmıştım.
Elbette maaşımın hepsi değildi ama hayati ihtiyaçlarımı çıkardığımda kalan
paramın tümünü eşyalara yatırıyordum. Teyzemin o dönem düdüklü tencere aldığım
fiyata bulaşık makinesi aldığını düşünürsek, aile ve arkadaş ortamımda bir
düdüklü tencereye o parayı verdiğim için yadırganmıştım.
İnsanlar sürekli yemek yapan biri olmadığım
için bu düdüklü tencerenin içine her şeyi koyunca yemeğin hazır önüme
geleceğini düşünüp almış olabileceğimi konuşuyorlardı. Herkes kendi evindeki
düdüklü tenceresini bana över olmuştu. Biri en ilkel düdüklü tenceresinin bile
iş gördüğünü, biri çocuklu ailesine bile dört litre tencerenin yettiğini benim
sekiz litre ile ne yapacağımı, biri komşusunun ocakta yemeği varken düdüklü
tenceresinin çıkartılabilir alarmı ile ona geldiğini benim tenceremde neden bu
alarmın olmadığını, biri kullanmaya başlayacağım zaman daha iyilerinin
çıkacağını konuştular da konuştular. Her almaya niyetlendiğimde annem beni
vazgeçiriyordu. Evimizden uzak bir yerde oturan teyzemlere giderken yolda yine
gördüm o düdüklü tencereyi. Bu sefer annemi dinlemedim aldım ve sonunda
kavuştuk. Teyzemlerde seremoni ile düdüklü tenceremi açtık inceledik, kullanılacağı
günü beklemek üzere geri paketledik. Eve getirmiştim düdüklü tenceremi. Annemin
deyişi ile muradıma ermiştim. Birçok gereksiz ayrıntıyı düşünüp alıyordum. Bir
ay boyunca çalışıp eşyaya maaşımı yatırmanın adı çeyizdi. Alma konusunda zirve
yapıp buzdolabı bile almıştım. Neyse ki bir tartışma sonucunda acele ettiğimi
algılayıp çok ta razı olmadan iade edebilmek için bayağı uğraş vermiştim. Annem
bu şekilde eşya biriktirmemi istemiyor, ben ise onu dinlemiyordum.
Bu eşyaları birlikte kullanmayı düşündüğüm insan
ile yollarımız kesişmeyince kullanmak istemedim. Bu kesişememe durumu sancılı
bir süreçti. Mevlana’ nın istenilen bir şey olmuyorsa ya daha iyisi olacağı
için ya da gerçekten de olmaması gerektiğini hatırlatması, Charles Bukowski’ nin
kaybettiğini sandıkların, kurtulduklarındır belki demesi bana bu süreçte güç
verdi. Canla başla çalışıp yığdığım eşyalardan şimdi kurtulma zamanıydı. Kendin
aldın niye kullanmayacaksın, hem o düdüklü tencereyi nereden nerelere taşıdın,
taşınırken bile düdüklü tencereni unutmadın, kendi emeğin ile çalışıp aldın
tarzı konuşmalara konu olup yine düdüklü tencere gündemde kalmayı başarmıştı. Almamam
için yapılan konuşmalar bu sefer satmamam için yapılmaya başlamıştı. Patlama
ihtimalinden dolayı korkulan bir mutfak gereci olması sebebi ile çoğu kişinin
alıp hemen kullanmaya başlayamadığı düdüklü tencere kelimenin tam anlamı ile
elimde patlamıştı.
Eşyaların satılabildiği internet sitelerine
bana göre yükte de ağır pahada da ağır eşyaları koyup satmaya başlamıştım.
Alırken karşı olan annem şimdi satarken de karşıydı. Zaten en başından beri
böyle eşya biriktirmenin anlamsızlığını yineliyordu. Bu deneyimi kendim yaşayıp
görmem gerekiyormuş. Sattığım her eşya ile rahatlıyordum. Düdüklü tenceremi almak
isteyen bir çocuğun yanına annem ile başımıza kötü bir olay gelirse, kendimizi
ve düdüklü tenceremizi korumak adına hava yağmurlu olmamasına rağmen
şemsiyelerimizi alıp gitmiştik. Kendimizi ve düdüklü tenceremizi şemsiyelerimiz
ile koruyacaktık. Çocuğun annesi için düdüklü tencereyi aldığını, piyasa
fiyatından daha uyguna verdiğim için kaçırmak istemediğini söylemesi içimi
rahatlattı. Düdüklü tenceremi onun kıymetini, değerini bilen bir anne
sahipleneceği için mutlu bile olmuştum. Elektrikli süpürgemi ise yılbaşı günü
yeni yıla tam ayılamamışken öğleden önce sattım. Bir kadın aramıştı ve
kocasının vereceğim adrese gelebileceğini söylüyordu. Yılbaşı sabahı bu kadar
heyecan ile süpürgemi almak isteyen bir kadın ve kar kış demeden gelecek bir
eşi varken bende çok pazarlık yapmadım, onu da sattım. Bu şekilde sattıkça
hafifledim ve kalan diğer küçük parçalar da gözüme fazla gelmemeye başladı. Hem
insanlar doğru söylüyordu, çalışıp almıştım o eşyaları, niye kullanmayacaktım. Annem,
kuzenlerim ve arkadaşlarım ile ikili kalpli dondurma kaşıkları, ikili kahve
fincanları, şekilli yumurtalıklar gibi çeyizimin en nadide parçalarını
kullanırken şakalaşmaya bile başlamıştım. Kalpli aşk kaşığım ile yediğim
dondurma ile o dönemlere gülümseyerek bakabiliyordum. Neticede kaşık kaşıktı,
fincan fincandı. İhtiyaç varsa kullanılırdı, niye saklanılsındı. Aldığım
nevresim ve çarşaf takımlarını üst üste koyduğumda neredeyse bacak boyum kadar
oluyorlardı. Evlilik yılları benden bir yaş büyük olan annem ve babamın bile bu
kadar çok nevresim ve çarşaf takımına ihtiyacı olmamıştır. Annem daha sonra o
nevresimlerden perde bile dikti. Paketlerini açtığım her eşya da onları alırken
büründüğüm eski ruh halimi hatırlıyor, paketleri açtıkça da rahatlıyordum.
Sattığım eşyaların paralarını biriktirip,
üzerine biraz daha ekleyince kendime ilk yurtdışı seyehatini de hediye etmiş
oldum. Gezerken coşup eğlendiğimde bu düdüklü tencere için, bu süpürge için, bu
televizyon için deyip çeyiz paralarımı saçarken içimde kalan hüzün
kırıntılarını da silkeliyordum.
Başkalarının tecrübelerinden yararlanmak sergileyebileceğim
en akıllıca davranış olabilirdi ama kendim deneyimleyince çeyizini satan bilge
aydınlanması yaşadım. Tek kişilik bir oyun oynamış, almış almış biriktirmiştim.
Aldıklarım ile dedikleri gibi buradan köye yol olurmuş. Satarken ise kendime
doğru bir yolculuk oldu. Böylelikle düdüklü tencerenin sebep olduğu tahribatı
da gidermiş oldum ve düdüklü tencere deneyimleyebileceğim eşsiz
yolculuklarımdan birinde bana eşlik etti, görevini tamamladı. Hayatlarımızda ki
görevlerini tamamlayıp, asıl amaçlarını gerçekleştiren şeylerden ve bağımlılıklardan
kurtulup özgürleşmek gerekiyormuş. Güle güle düdüklü tencerem. Başkalarını da
aydınlat!
Kayışdağı-İSTANBUL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder