23 Şubat 2018 Cuma


POKUT MASALI

Soyumuzda bilmediğimiz büyüklerimiz belki Karadeniz’ lidir diye heyecan ile pek çok kişi gibi ben de e-devletten alt-üst soy sorgulaması yaptım; çıkan alt-üst soy belgesinde Karadeniz ile ilgili kendime çıkarım yapabileceğim tek şey büyük büyük babaannemin adının Fındık çıkması oldu, sonuçta fındık ta Karadeniz’ de yetiştiğine göre dolaylı da olsa bir bağ kurdum.
Görmediğimiz hatta eş durumlarından dolayı bilinmeyen diyarları kendimize memleket belliyorsak, bir yere bağlanmak oralı hissetmek için de orada doğmak gerekmez, bu diyarlar da benim coğrafyam doğmadığım memleketim dedim. Karadeniz ile tanışıp şehire dönen çoğu kişi gibi uzun süre etkisinden çıkamadım; bir aşığın sevdiğinin fotoğrafını yanında taşıması gibi taşıyorum yanımda fotoğraflarını, işe gidiş yolumda, gece yatmadan önce fotoğraflarına bakıyorum, okşuyorum, öpüyorum.
Oralı insanları tanımaya çalışıyorum, hepsi benim için bir masal kahramı oldu; kendime onların içinde olduğu ama bilmedikleri bir masal dünyası yarattım. Oralardan ayrı benim şehirde ne işim var, niye ayrıyız diye gün içerisinde hep düşünüyorum. Karadeniz ile ilgili yazılmış şarkıları dinliyorum, ağlıyorum. Memleket hasreti çekiyorum, tulum sesi hasretimi perçinliyor; tulum uzun zaman birbirini göremeyen, sevip kavuşamayanların enstrümanı, sanki gurbetteyim ait olduğum yerlere kavuşamıyorum ve tulum da bunu dile getirip içimi sızlatıyor.
Pokut nezdinde oralar benim coğrafyam; Pokut bir masal mekanından çok daha fazlası masalın ta kendisi; arzu mekanım, masal diyarım, evim “ Pokut ”. Oraların verdiği çoşku ile kendimi attığım yerlerden bir zamanlar insanların meşakkatli ama şenlikli yayla yolculuklarını düşlerim. Pokut’ un sırtından bulut denizinde ki gün batımını izlerken sihirli fasulye masalındaki çocuğun, tohum büyüyünce sırık fasulyesine tırmanıp bulutları aştığı gibi benim de masal diyarına bu şekilde ulaştığım sansırına kapılıyorum. Doğanın kendisi o kadar muhteşem ki zaten aşk havası var; içimden taşan duygulara kendimi bırakıyorum ve rahmetli Kazım Koyuncu’nun bir röportajında dediği aklıma geliyor; *“ Türkiye' de en çok doğa ile iç içe olan toplum bizim Karadeniz toplumu; doğa ile kurdukları ilişki çok farklı. Mesela çok aşk şarkısı gibi duran şarkılar var ama bir ceviz ağacına ya da ineğe yapmış olabilir o şarkıyı, ki nitekim öyle şarkılar var, dinlediğin zaman sanıyorsun ki aşktan ölüyor. Genel bir aşk hali söz konusu gerçekten oksijeni bol bir yer. Ormanı ve suyu bol bir memleket. İnsanların birçok ihtiyacı aşktan sonra geliyor. Aç kalmamalıyız şüphesiz ama aşksız hiç kalmamalıyız. “  Bu sözlerde yağmur veya kırağı sonrası su damlacıkları ile süslenen bir bitkiye ve örümcek ağına, kırmızı minik mantara, bulut denizine, derenin şelalenin suyuna, patikalara hissettiğim pastoral aşkı buluyorum. Rüya gibi bir manzaraya uyanıp karşı yaylaya ve dağlara günaydın demeye, durduk yere sevinç çığlıkları atmaya, yaylanın ortasına sıra sıra dizilmiş evlerin çatılardan koşarak bulut denizine balıklama atlama hayaline hep aşk sebep oluyor.
Defnedilmeyi istenilen yeri söylemeyi anlayamazdım ama tutku duydugun topraklar ile bütünleşmeyi düşünmek garip bir haz veriyormuş, sevmek yetmiyor toprağına karışmak istiyormuşsun; her yerinden hayat fışkıran bir yerde aklıma bunların gelmesi bu coğrafyadan hiç ayrılmak istemeyeşimden kaynaklanıyor. Sanki ait olduğum yer burası da yaşadığım yerde zorla kalıyorum.
Adını her duyuşumda gülümsememe sebebiyet veren, yerimde durduramayacak enerji verip nefes aldıran, tutku duyduğum bu yerler hep ama hep aynı kalsın.


*“NAZAN ÖZCAN Kazım Koyuncu röportajı






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder