23 Haziran 2017 Cuma

30 + 1’ de Bu Diyarlara Doğdum

Ben bugün bu vadiye, bu coğrafyaya doğdum.
Hani insan doğduğu yeri seçemezdi.
Seçtim işte!
Ben bugün buraya doğdum.


23Haziran2017 İstanbul-Rize yollarında 



                                             Pokut,Çamlıhemşin-RİZE

22 Nisan 2017 Cumartesi

KARMAKARIŞIK SAÇLAR

Bir insanın fiziksel özelliklerine bakınca dikkat çeken, onu tanımlamaya yardımcı olan kısımları vardır; beni de sadece fiziksel özelliklerim ile tanımlamaya çalışan birisinin sayacağı kısımların başında gelir kıvırcık saçlarım. Lise yıllarımda bir arkadaşımın yazdığı  “kıvırcık saçlarım kadar karışık ” olduğumu anlatan şiirini bugün bile anımsamak hoşuma gider.
Babaannem bende güzel bulduğu fiziksel özellikler için kendisine, beğenmediği özelliklerim için de aynı anasına çekmiş der. Saçlarımı aynı benim saçlarım diye sevip, gün içerisinde birden fazla görüşmüş olsak bile saçlarımın onun saçlarına benzediğini yineler durur. Saç rengimi değiştirdiğimde bile aynı benim saçlarım demesini devam ettirir; gençlik yıllarında kestirip, bir kağıdın arasında sakladığı saçlarını saklamam için bana emanet etti. Çocukken beni anneme benzetmelerini beklerdim ama kıvırcık saçlı bir babanın kıvırcık saçlı bir kızı olarak aynı babası, babasına çekmiş ne çok benziyor babasına cümlelerini işitirdim ve anneme benzemek erkek kardeşime ait bir olguydu. Annemin saçlarımı ilk kesmesinden sonra düz çıkmaya başlaması ile “ ne yaptım çocuğun saçlarına “ diye üzülmesine sebep olmuş saçlarım; daha sonra orta okul yıllarımda tekrar kıvırcıklaşmaya başladılar ve hala fikrini değiştirmediler, kıvırcık bir şekilde var olmaya devam ediyorlar.
Girdiğim yeni ortamlarda saçlarım insanlar ile iletişim kurmamı hızlandıran bir araçtı; büluğ çağımda beğenmediğim diğer fiziksel özelliklerimi bile gölgelemeye yetiyorlardı. Saçlarımı çok kısaltmadan belli bir boyda kullanırım yıllar yılı; bir anda saç kestirme dürtüsü geldi ve bu istek öyle bir şeydi ki eğer kuaföre gitmeseydim dayanamayıp kendim kesecektim. Hiç kimsenin beklemediği şekilde kısa bir boy istediğim için bu sefer kuaföre gitmeye karar verdim; randevu için aradığımda - on altı yıldır saçlarımı kestirmiyorum o yüzden biraz heyecanlıyım, kusura bakmayın – dediğimde karşı taraftan uzun müddet ses gelmeyince, korkmayın masal kahramanı Rapunzel değilim arada kendim kesiyorum diye açıklama yapmıştım. Kuaförden, saçımın bir tarafını kazıyıp ensemi açık kalacak şekilde kısaltılmasını istediğimde, kesmeden önce emin misin diye sordu. Ailemin kadınları bu kesim işini abartmadan kısa kestirebileceğimi telkin ediyorlardı ama bir dürtü geldi ve engel olmadım.
Kadınların saçları ile ilgili böyle radikal değişiklikleri bir bunalım sonucu yaptıklarını ve iyi olup olmadığımı soran kişilere de sinirleniyordum; hayatımın bir döneminde de böyle olmak istemiştim, güzel ya da çirkin görünüp görünmeyeceğimi önemsemeden, bu kavramlara takılmadan hareket etmek istedim. Evlendikten sonra kestirseydin deyip, zaten evlenmedin bu şekilde hiç evlenemezsin alt mesajını iletenlere boş gözler ile baktım. Sonucu önemsemeden benim bir özelliğim olan saçlarımı kestirmiştim; sonuçtan herkesten çok ben memnun oldum, önemli olan da buydu.
Dünya üzerinde yüz otuz beş kentte sekiz milyondan fazla insana temas etmiş olan “ *Karanlıkta Diyalog ” deneyimimde, kapkaranlık bir alanda görme engelli bir insan ile paylaştığım bir buçuk saatlik an gözlerimi açtı; karşısında nasıl oturduğum, ne giydiğim, nasıl göründüğüm ile ilgilenmeyen; saçım, burnum, dişim, görünüşüm umurunda olmayan ön yargı oluşturmayan birisi ile sadece ben olduğum için sohbet edebilmek iletişebilmek keyifliydi. Kapkaranlık bir ortamda görme dışındaki duyularım bana yol gösterici oldu; hiçbir fiziksel özelliğim ön yargı ya da artı puan şeklinde algılanmayıp, diyalog kurabilmek için sadece insani değerlerime, kültürüme, içtenliğime, safi ben olmaya kendimi teslim etmem yetti. Saçlarımı bir dürtü şeklinde kestirmemin sebebi bunalım ya da depresyon değil, etiketler yaftalamalar ve hoşgörüsüzlükler arasında bir diyalog kurma çabamdan kaynaklanmaktadır; güzellik çirkinlik ya da başı açıklık kapalılık gibi zihinsel gerilik göstergesi kavramlarımız yerine yeni yollar bulmak gerektiğinin savunucusu olarak, dikkat çekici bir parçam olmadan da ben benim demek istememdir.
Mor sarı yeşil turuncu, uzun kısa, rastalı kazıtılmış, başı örtülü örtüsüz. Biz nasıl istiyorsak öyle! Bu yazı, kıvırcık saçları kadar karışık olan bu şahsın saçma sapan saç baş mevzuları sürüp giderken kökü sende üzülme, nasıl olsa uzar diyenlere köprü kurabilmemiz için dıştan çoktan içe yönelmenin gerekliliğine ve saç kesme hikayemin bana temas etmiş olan “ Karanlıkta Diyalog ” deneyimine dayandığına dair uzun uzadıya beyanıdır.


* Karanlıkta Diyalog Sergisi, İstanbul Social Enterprise tarafından Aralık 2013' te İstanbul' da kapılarını açtı. Görme engelli rehberler, dokunarak, koklayarak, duyarak yeni ve farklı bir biçimde görmenizi sağlayarak sizi unutulmaz bir yolculuğa çıkartıyor. 




DÜDÜKLÜ  TENCERE

Kimseyi dinlemedim. Aldım aldım aldım. Kimseyi dinlemedim. Sattım sattım sattım. Çılgınlar gibi maaşımı eşya alıp biriktirmeye adamıştım. Bir ay neredeyse sadece bir düdüklü tencere için çalışmıştım. Elbette maaşımın hepsi değildi ama hayati ihtiyaçlarımı çıkardığımda kalan paramın tümünü eşyalara yatırıyordum. Teyzemin o dönem düdüklü tencere aldığım fiyata bulaşık makinesi aldığını düşünürsek, aile ve arkadaş ortamımda bir düdüklü tencereye o parayı verdiğim için yadırganmıştım.
İnsanlar sürekli yemek yapan biri olmadığım için bu düdüklü tencerenin içine her şeyi koyunca yemeğin hazır önüme geleceğini düşünüp almış olabileceğimi konuşuyorlardı. Herkes kendi evindeki düdüklü tenceresini bana över olmuştu. Biri en ilkel düdüklü tenceresinin bile iş gördüğünü, biri çocuklu ailesine bile dört litre tencerenin yettiğini benim sekiz litre ile ne yapacağımı, biri komşusunun ocakta yemeği varken düdüklü tenceresinin çıkartılabilir alarmı ile ona geldiğini benim tenceremde neden bu alarmın olmadığını, biri kullanmaya başlayacağım zaman daha iyilerinin çıkacağını konuştular da konuştular. Her almaya niyetlendiğimde annem beni vazgeçiriyordu. Evimizden uzak bir yerde oturan teyzemlere giderken yolda yine gördüm o düdüklü tencereyi. Bu sefer annemi dinlemedim aldım ve sonunda kavuştuk. Teyzemlerde seremoni ile düdüklü tenceremi açtık inceledik, kullanılacağı günü beklemek üzere geri paketledik. Eve getirmiştim düdüklü tenceremi. Annemin deyişi ile muradıma ermiştim. Birçok gereksiz ayrıntıyı düşünüp alıyordum. Bir ay boyunca çalışıp eşyaya maaşımı yatırmanın adı çeyizdi. Alma konusunda zirve yapıp buzdolabı bile almıştım. Neyse ki bir tartışma sonucunda acele ettiğimi algılayıp çok ta razı olmadan iade edebilmek için bayağı uğraş vermiştim. Annem bu şekilde eşya biriktirmemi istemiyor, ben ise onu dinlemiyordum.
Bu eşyaları birlikte kullanmayı düşündüğüm insan ile yollarımız kesişmeyince kullanmak istemedim. Bu kesişememe durumu sancılı bir süreçti. Mevlana’ nın istenilen bir şey olmuyorsa ya daha iyisi olacağı için ya da gerçekten de olmaması gerektiğini hatırlatması, Charles Bukowski’ nin kaybettiğini sandıkların, kurtulduklarındır belki demesi bana bu süreçte güç verdi. Canla başla çalışıp yığdığım eşyalardan şimdi kurtulma zamanıydı. Kendin aldın niye kullanmayacaksın, hem o düdüklü tencereyi nereden nerelere taşıdın, taşınırken bile düdüklü tencereni unutmadın, kendi emeğin ile çalışıp aldın tarzı konuşmalara konu olup yine düdüklü tencere gündemde kalmayı başarmıştı. Almamam için yapılan konuşmalar bu sefer satmamam için yapılmaya başlamıştı. Patlama ihtimalinden dolayı korkulan bir mutfak gereci olması sebebi ile çoğu kişinin alıp hemen kullanmaya başlayamadığı düdüklü tencere kelimenin tam anlamı ile elimde patlamıştı.
Eşyaların satılabildiği internet sitelerine bana göre yükte de ağır pahada da ağır eşyaları koyup satmaya başlamıştım. Alırken karşı olan annem şimdi satarken de karşıydı. Zaten en başından beri böyle eşya biriktirmenin anlamsızlığını yineliyordu. Bu deneyimi kendim yaşayıp görmem gerekiyormuş. Sattığım her eşya ile rahatlıyordum. Düdüklü tenceremi almak isteyen bir çocuğun yanına annem ile başımıza kötü bir olay gelirse, kendimizi ve düdüklü tenceremizi korumak adına hava yağmurlu olmamasına rağmen şemsiyelerimizi alıp gitmiştik. Kendimizi ve düdüklü tenceremizi şemsiyelerimiz ile koruyacaktık. Çocuğun annesi için düdüklü tencereyi aldığını, piyasa fiyatından daha uyguna verdiğim için kaçırmak istemediğini söylemesi içimi rahatlattı. Düdüklü tenceremi onun kıymetini, değerini bilen bir anne sahipleneceği için mutlu bile olmuştum. Elektrikli süpürgemi ise yılbaşı günü yeni yıla tam ayılamamışken öğleden önce sattım. Bir kadın aramıştı ve kocasının vereceğim adrese gelebileceğini söylüyordu. Yılbaşı sabahı bu kadar heyecan ile süpürgemi almak isteyen bir kadın ve kar kış demeden gelecek bir eşi varken bende çok pazarlık yapmadım, onu da sattım. Bu şekilde sattıkça hafifledim ve kalan diğer küçük parçalar da gözüme fazla gelmemeye başladı. Hem insanlar doğru söylüyordu, çalışıp almıştım o eşyaları, niye kullanmayacaktım. Annem, kuzenlerim ve arkadaşlarım ile ikili kalpli dondurma kaşıkları, ikili kahve fincanları, şekilli yumurtalıklar gibi çeyizimin en nadide parçalarını kullanırken şakalaşmaya bile başlamıştım. Kalpli aşk kaşığım ile yediğim dondurma ile o dönemlere gülümseyerek bakabiliyordum. Neticede kaşık kaşıktı, fincan fincandı. İhtiyaç varsa kullanılırdı, niye saklanılsındı. Aldığım nevresim ve çarşaf takımlarını üst üste koyduğumda neredeyse bacak boyum kadar oluyorlardı. Evlilik yılları benden bir yaş büyük olan annem ve babamın bile bu kadar çok nevresim ve çarşaf takımına ihtiyacı olmamıştır. Annem daha sonra o nevresimlerden perde bile dikti. Paketlerini açtığım her eşya da onları alırken büründüğüm eski ruh halimi hatırlıyor, paketleri açtıkça da rahatlıyordum.
Sattığım eşyaların paralarını biriktirip, üzerine biraz daha ekleyince kendime ilk yurtdışı seyehatini de hediye etmiş oldum. Gezerken coşup eğlendiğimde bu düdüklü tencere için, bu süpürge için, bu televizyon için deyip çeyiz paralarımı saçarken içimde kalan hüzün kırıntılarını da silkeliyordum.
Başkalarının tecrübelerinden yararlanmak sergileyebileceğim en akıllıca davranış olabilirdi ama kendim deneyimleyince çeyizini satan bilge aydınlanması yaşadım. Tek kişilik bir oyun oynamış, almış almış biriktirmiştim. Aldıklarım ile dedikleri gibi buradan köye yol olurmuş. Satarken ise kendime doğru bir yolculuk oldu. Böylelikle düdüklü tencerenin sebep olduğu tahribatı da gidermiş oldum ve düdüklü tencere deneyimleyebileceğim eşsiz yolculuklarımdan birinde bana eşlik etti, görevini tamamladı. Hayatlarımızda ki görevlerini tamamlayıp, asıl amaçlarını gerçekleştiren şeylerden ve bağımlılıklardan kurtulup özgürleşmek gerekiyormuş. Güle güle düdüklü tencerem. Başkalarını da aydınlat!

                      


                                                                                   
    Kayışdağı-İSTANBUL



29 Aralık 2016 Perşembe

SARMALSAL BİR İLİŞKİ

Birbirine sarılmış iki sarmal olarak büyüyen bir sarmaşık. Dolana dolana oluşmuş, dolantılı. Bu içiçe geçmişliğin özünde kökü bir ama birbirine benzemeyen iki farklı sarmal. Coşkularımız, kırgınlıklarımız, merakımız, hayallerimiz bizi başka sarmaşıklara da sarmal şekilde dolandırıyor. Başka sarmaşıklar ile sarmalleşmemizi kabullenmemiz, bu sarmalliklerin de bize güç verdiğini, büyüttüğünü anlamamız için iyicene kök salmamız, sağlamlaşmamız gerekiyormuş. Yalnız başına da coşku ile çiçekleniyor, bana ihtiyacı yok diye düşünebiliyoruz. Tutunmamızı sağlayan can suyumuzun bir kısmı birbirimizin damarlarındayken yalnız çiçeklenmek diye bir kavram mümkün değil. Filizlendiğimiz yerden kopabiliyoruz ya da kopartıyorlar. Dirençle, umutla, birbirimizin desteği ile tutunuyoruz, yeniden yeşilleniyoruz hatta açmaz sandığımız çiçeklerimize de kavuşuyoruz. Sarıl bana bak ben çiçeklendim, kopartıldığım yerden daha güçlü filiz verdim, sen de çiçekleneceksin diyoruz birbirimize. Sarıyoruz, sarmalıyoruz, iyileştiriyoruz birbirimizi.
Duygudurumumuza insanların ancak sevgili-eş ilişkilerinde erişebildiğini söylediğimde, tepki verip dostluk ilişkisini diğer ilişkilere oranla küçümsediğimi söyleyip sinirlenirsin. Başkaları ile paylaşımlarımızın yoğunluğunu kıskanırız. Birimizin derdi, kederi diğerimizin uykularını kaçırır, mutluluklarımızı da aynı çoşku ile yaşarız. Diğer insanlarda yaşadığımız hayal kırıklıklarımızın acısı ile birbirimizin canını acıtırız, birbirimizi ihmal ettiğimizi hissedip bunu hissettirdiğimizde ellerimiz kenetlenip gözlerimiz dolar. Uzak olduğumuz zamanlarda bile canımızın sıkkın olduğunu hissebileceğimiz görmenin, duymanın, dokunmanın dışında bir bağımız var.
Zaman zaman birbirimize çok geldiğimiz anlar olabiliyor. Bu zamanlarda küçük vedalara sığınmana tahammül edemiyorum, adı küçük bile olsa senin ile aramda veda konuşmasının geçmesi devam edebilme gücümü elimden alıyor. Yalnız kalma,  içimize çekilme dönemlerimiz olur ama buna veda demen ağır geliyor. Birlikte geçirilen günlerin, biriktirilen anıların yanımıza kar kaldığını deneyimlemiş insanlar olarak hayattayken birbirimizi kaybetme düşüncesi bile hayata karşı arzumu, şevkimi kırıyor. Biz dedim ya kökümüz bir, özümüz bir kopamayız. Ne zaman yakınında olduğum için mutlu olduğumu hissettsem; içimde aynı zamanda yine bir şey olacak tedirginliğini yaşıyorum. Hani sen mutlu olduğunda akabinde gelebilecek kötü olaylardan korkarsın ya, işte öyle bir his benimki de. Dediğim bir söz, yaptığım bir hareket hemen bu şekilde davranmana sebep olmuyor, bir birikim sonucu patlama oluyor elbette. Bana dilediğini söyleme hakkına sahip yegane insansın. Sen benim can dostumsun, kızımsın, kardeşimsin, ablamsın. Beni sar sarmala sarmallaşalım, hiçbir şey konuşmadan saatlerce duralım isterim.
Seni düşününce gözümde üzerinde ekin olmayan kahverengi bir tarla canlanıyor; toprağın altında çatlamak için kıvranan bir tohum, toprağı bir yarıp filizlense, sakladığı renkler ile dolacak tarla; bu renkler çıksın diye seni güldürme çabalarım, sersem sepelek komik hallerim. Senin yanında hüzünlerimin bile bir neşesi var. Gözyaşımlarım ile beraber gülümsemelerim var.
Hangimizin hangi cümleyi yazıp, hangi cevabı döndüğüne dikkat etmeden geçmiş yazışmalarımıza bakıyorum. Yeri gelmiş dediklerin benim cümlelerim olmuş, yeri gelmiş yaşadıklarım yaşadıkların olmuş. Bütün yazdıkların benim, bütün yazdıklarım sensin. Dolanmışız...Sarılınca kıvırcık saçlarımızın birbirini bulup karışması gibi...
-------- 

“……Bugün 05 Haziran yani bana dargınlığının 1.ayı. Beni görmemenin ise 24.günü, sesimi duymamanın ise 17.günü. Sen nasılsın bilmiyorum ama ben berbat bir haldeyim. Bazen sana aşırı kızıyorum tam seni aramaya, gelmeye niyetleniyorum sonra beni istemediğin aklıma geliyor, kendimi çekiyorum....... Senin ile gün aşırı konuşmak, paylaşımda bulunmak hayatımda o kadar doğal bir hale gelmiş ki senin ile paylaşımda bulunmadığım her şeyde bir eksiklik tadı kalıyor……. Yaptığım seçimleri onaylamayınca bana sırtını mı dönüyorsun? ……. Kararımı savunmak zorunda kalmak istemiyorum, anlamanı onay vermeni de istemiyorum ama kararıma saygı duyup kabullenebilirsin. Kararımın nedenini niçinini deşmek istemiyorum. Bu konu ile ilgili söylemek istediklerim sadece bundan ibaret…… Normalde kızıp geçeceğin bir konuydu belki ama işte dediğim gibi asıl kızgın olduğun konudan dolayı daha tepkisel yaklaştın….. Aramızda bir sorun var ve ben gerçekten çözümlemek istiyorum. Bunların tekrar nüksetmesini istemiyorum o yüzden mesajlaşmamızda bahsi geçen konuları da dile getireceğim…..Benim üzgün olduğum zaman benim için bir şeyler yapmaya çalışıyordun tamam ama hep başkaları da oluyordu ve ben o başkaları ile vakit geçirmek istemiyordum…...Hep içinde tut anında dile getirme diye bana kızıyorsun. Bir şey yaparken ya da bir karar verirken, bunun bize nasıl geleceğine bakıp, bunu yapıp yapmak istemediğimizi düşünüp yapıyoruz. Birbirimizin istekleri hayatlarımızda elbette çok önemli, sen benim dostumdan öte kardeşimsin ama kendimiz pahasına birbirimizin isteklerine hayatlarımızda alan açınca ortada kendimiz kalmıyoruz. Aynı şekilde senin yaptığın bazı şeyler karşısında üzülmeme rağmen senin seçimin olduğu için dillendirmiyorum, senin düşünmeni tercih ediyorum ama sonuç itibari ile kararlarına saygı duyuyorum ve kabulleniyorum. Dediğim gibi bunları tekrar yaşamamak adına daha şeffaf davranmaya çalışacağım. Sana kızmıyorum ama üzülüyorum ve özlüyorum. 
--------

 Beni kimse anlayamadı, sen de dahil. Bunun senin hayatın olduğunu biliyorum. Farkındayım iyisi ile de kötüsü ile de neye karar verirsen senin hayatın. Bunun mantığını anlıyorum ama bunu duygularıma, hislerime kabul ettiremiyorum sorun burada maalesef. Duygular kabul etmeyince de göz görmek, konuşmak, buluşmak istemiyor. Tamamen içten, elimden gelen bir şey değil.
Diyorsun ya sana gelip kaldığım gün yüzüme bile bakmadın. Evet içimden bakmak, konuşmak gelmiyordu. O kadar zorlanmıştım ki; o gün biran önce yatıp, o günün geçmesini istemiştim. İkimizi de bu duruma bir daha düşürmemek, kendimi de dinlemek adına biraz uzak kalalım dedim.
Şu an çok mu farklı hissediyorum bilmiyorum ama tam olarak eskisi gibi hissettiğim söylenemez. İyi misin, nasılsın diye merak ediyorum seni, gerçi diğer insanlardan alıyorum haberlerini ama olsun….
Sen benim ile tek takılmak istiyordun belki ama ikimiz olsaydık yine aynı şeyleri konuşacaktık ve ben başka insanlar ile konuşmanı, kafanı dağıtmanı istiyordum……Dediğin gibi kolay bir hayat yaşamıyoruz ve gerçekten birbirimize açık olmamız gerekiyor, kızdıysan o an söyleseydin keşke ya da sonradan hiç açmasaydın. Sana en çok kızdığım konulardan biri açık olmaman, bazı şeyleri içinde tutman ve sonra patlaman. Zaman önemli gerçekten, hala sana kızgınım. Her ne kadar anlamsız olsa da ama elimden bir şey gelmiyor. Böyleyim işte ne yaparsın. Özlem var ama onun yanında başka duygular da var. Bittiğinde arayacağım seni. Sende hala bir şeyler kaldıysa o zaman da devam ederiz kaldığımız yerden. Olanlara rağmen seni seviyorum ama…
 -------- 

Senin sevgini hissetmediğim an hep içimde bir şeyler eksik kalıyor.
Beni sevmediğini düşündüğüm zaman bile içim parçalanıyor.
 --------

Dün telefonda konuşurken senin yanında kendimi kısıtlıyorum, konuşmak istediklerimi konuşamıyorum dedin ya içime oturdu sana bunu yaşattığım için. Oysa ki bir şey yaptığımı düşünmüyordum, gayet ne istersen yapıyor gibiydin ama tabii senin bana yaşattıkların da var, bunları bir kenara koyuyorum şimdilik. Uzun bir süre görüşmesek ikimiz için de iyi olacak. Sen kendini kısıtlamadan, hareket edebildiğin, konuşabildiğin insanlar ile takılsan iyi olur; zira bu enerjini başka türlü atamayacaksın. Hoşçakal. 
--------

Ne zaman yakınında olduğum için mutlu olduğumu hissetsem içimden de aynı zamanda yine bir şey olacak tedirginliğimi boşa çıkartmadığın için teşekkür ederim. Bu tavırların gerçekten çocukça demeyeceğim bencilce geliyor. Boka çevirdin beni şu an. Öylesine dediğim bir lafı nasıl yorumluyorsun. Kısıtlamadan hareket edebildiğim insanlarmış dediğine bak.... Sen zaten dün telefon görüşmesinde değil, buna bence önceden karar verdin. Aynı anlattığın şeyleri duymaktan çok sıkıldım dedin, öncesinde de dediklerin var zaten. Hayata tutunabilme sebeplerim arasında olan insanlardansın ve sen bunun ehemmiyetini anlamıyorsan ve anlamamışsan aynı sözlerimi yinelememin anlamı yok….. Ne olursa olsun çözemeyeceğimiz bir şey olmadığını düşünüyorum. …..Bana karşı olan hislerin değişti belki de... İstemiyorsundur beni hayatında. Olabilir... Bu benim için vehamet ama kararına saygı duymam gerekiyor. Bu benim için çok zor ama sırf sen istiyorsun diye kendimi tutacağım. Havuza da gelmeyeceğim artık, ben yokum gönül rahatlığı ile git lütfen...
--------

Sana göre bencillik bana göre dürüstlük. Ne hissediyorsam onu yazdım. Hissettiklerime gem vurmadım senin gibi. Akşam görüşelim.
--------

Dürüstlük....Bilemiyorum...
Bana göre bağın şiddetinin değişmesi.
Kendimi çok kötü hissediyorum, bir şey yapmak istemiyorum, kararına zor da olsa saygı duyuyorum. Sen havuza git yüz lütfen.
--------

İstemiyorum bir şey yapmak Taksim’de buluşalım mı?
--------

Tamam.
--------

Ve daha nice yazışmalar yapmışız, nice konuşmalar ve nice suskunluklar elbette... Birbirimizi neşelendirip canlandırdığımız gibi, yerin dibine sokup hüzüne de boğabiliyoruz. Yirmili yaşlarımda bulduğum kıymetlim, birbirimizden aykırı yönlerde olsak ta kökümüzün bir olduğunu bilmenin gücü ile seni sarıp sarmalayacağım. Elele tutuşup iskeleden koşarak denize atladığımız gibi gelecek günlerimize de sarmalleşerek yol almak arzusu ile...Zayıf botanik bilginden ötürü yazının sonunda sarmaşık hangisiydi düşünüp zorlanma diye begendiğim bir sarmaşık türünün fotoğrafını da ekliyorum. Kirpiklerinden öperim.



                                                                                             
                                                                                              Beylikdüzü-İSTANBUL

2 Aralık 2016 Cuma

BOŞ  METROBÜS MUTLULUĞU

Kuvvetimi bacaklarıma vermeliyim ki kapı benim önümde açılınca beni yana doğru itmesinler. Bacağımı yere mıhladım, kapının koluna takılıp bana zaman kaybettirmesin diye çantamı önüme aldım. Adımımı seçtiğim yöne doğru genişçe atıp, arkadan itecek güruhun ayakları altında ezilmeyeyim diye binerken yani atlarken kapının kolunu tutup güç alıyorum. Kapı önümde açılıp düşmeden kendimi içeri attığımda avını gözleyen keskin bir nişancı gibi yerimi belirleyip oraya odaklanıp koşmam gerekiyor. Bu yeri kaptırdım diyelim hızlıca karar verip atılım yapmam gerekiyor ki yer kapayım ve daha nice taktikler, teknikler... Herkesin kendine has stratejileri var. Ayrıca matematik zekamızı da geliştiriyoruz; olasılık, kombinasyon ustası olup rastgele gelen metrobüslerden ikisi sarı biri gri gelirse kapının önümüzde açılma olasılığı nedir diye düşünüyoruz. Kapı önünde açılır, oturursun, yorulmuşsundur uyursun ve birkaç durak sonra metrobüs arızalandığı için metrobüsü boşaltmanız rica olunur diye anons yapılır. Hiçbir mutluluğun kalıcı olmadığına, oldum başardım dediğin anda kaybedebileceğine dair hayat dersi de veriyor metrobüs bize.
Metrobüsün acemisi olduğum zamanlar itekleniyordum, binerken düşüyordum. Dizlerim kanadığı halde hemen ayağa kalkıp kendime yer bulduktan sonra ağlamaya başlamıştım. Canım acığından değil, bu hale düştüğümüz için kendim ve beni itenler adınaydı bu ağlama. Düşe düşe öğrendim kendime yer bulmayı. Elbette ilk duraktan biniyorsan bu durum geçerli yoksa gözler sürekli kalkacak biri var mı diye etrafı kolaçan ediyor. İnsanların giyim tarzından, ellerinde ki eşyalardan, bavullardan hangi durakta ineceğini tahmin edip onun başında beklemeye başlıyorum. O kişi kalkmaya niyetlendiğinde daha tam kalkmadan bir eşyamı koltuğa kendimden önce oturturum ki başkası kapmasın. Hem metrobüs kuralı olarak o koltuğun soğumaması lazım. Birde sürekli yaklaştığı durakta inecekmiş gibi çantasını düzelten, yerinde kıpraşanlar var ki safi zaman kaybılar. Boş yere hevesle başlarında bekliyorum. Bazen içimden hangi durakta inecekesiniz, eğer en son durağa kadar gidecekseniz boş yere burada beklemeyeyim diye sorasım geliyor. Kalkacağı zaman başında siz bekliyor olsanız bile yerine vekil tayin edip koltuğunu devreden insanlar var. Yerlerine seçtikleri insanlar sizden daha yorgun görünüp, yaşlı oldukları için değil ön yargılarından, hoşgörüsüzlüklerinden böyle yaptıklarını düşünüyorum. Sanırım giyim tarzınıza göre buna karar veriyorlar.
İlk zamanlar oturmayı düşünmeden, hayal bile etmeden kendimi bir yere sıkıştırıp, nasıl gidersem gideyim diye kendimi metrobüse sokuşturuveriyordum. Şoförün arkasındaki ikili koltuğun hemen arkasındaki tekerlek tümseğine sığabiliyorum. Kalçalarımın genişlememesi lazım ki buraya sığabileyim. Metrobüs bu bağlamda kilo kontrolü yapmama da yardımcı oluyor. Zamanla ustalaştığımızda her yeri beğenmeyip, kendi yerimiz olarak benimsediğimiz yeri ıskalamadan kapıyoruz. Nadiren de olsa bazı günler boş gelebiliyorsun, edindirdiğin alışkanlıktan dolayı hücum edip atlıyoruz ve bir bakıyoruz ki bomboşsun. Boş metrobüs mutluluğu diye bir mutluluk varmış şu hayatta diyoruz. Bazı günler hadi ben buradayım da senin ne işin var diye üzülüp, vicdanınız fiziksel-ruhsal yorgunluğunuza galip gelip yer verdiğinizde, uzun duraklar boyu çantanızı, kendinizi kollamak zorundasınız. İnsanlar ile bir nefes mesafesinde olduğunuzda başınızı tavana kaldırabilirsiniz. Hem rahat nefes alırsınız hem de boyun egzersizi yapmış olursunuz. Böylelikle boynunuz kırışmaz, gıdınız varsa kaybolabilir. Türk standartlarından biraz uzun biriyseniz şanslınız. Bu demektir ki tutunma yerlerine ulaşabileceksiniz. Uzun boyumun faydasını gördüm, tutacakları tutup başımı koluma yaslayıp uyuma özelliği geliştirdim. Kol kaslarım da gelişti. Ayaktayız diye oturan insanı rahat bırakacak değiliz. İlerleyen duraklardan kendilerini sokuşturmaya çalışan insanlar ortalar boş diyecek ve oturan insanlara abanacağız ki yer açalım. Göğsümüzü oturan kişinin koluna, bacağımızı yanımızdaki kişinin bacağına yapıştıracağız ki hem yer açalım hem de olası frenlerde düşme ihtimalimiz olmasın. İlk duraktan binip en son durağa kadar oturan kişiler, ben çok oturdum oturma sırası ara duraklardan binen kişilerin olsun deseler ya da böyle bir oturma sistematiği olsa diye yol boyunca nafile çözüm düşünceleri içerisinde olurum.
İyi ki akıllı telefonlar ve mesajlaşabileceğimiz uygulamalar var yoksa ilk defa gördüğümüz biri hakkında bu kadar kısa sürede özel bilgiler öğrenemezdik. Birkaç durak birlikte gidiyoruz, elbette yanımızdaki kişinin telefonundan tanıdıklarına yazdıklarını okuyacağız. Uygun olan pozisyon kafa hizasını bozmadan sabit tutup, gözleri belertip gözbebeklerini yandaki kişinin telefonuna doğru devirip okumak ama yine de size kalmış direkt kafayı yandaki telefona doğru uzatanlar da var. Merak ettiğin olursa sorarsın, akıl vermek istiyorsan verirsin. Bu senin en doğal hakkın.
Seni tanımayan, ruhunu anlamayan sadece birkaç kez görmüş kişiler senin ile ilgili ahkam kesip yorum yapınca içleniyorum, üzülüyorum. İlişkilerini derinleştirmeden, yüzeysel tanışıklıklarını baz alıyorlar. İlişkiler üzerine hayat dersi veriyorsun da anlayana işte...Aynı gün beni şaşırtıyorsun, sürprizler ile dolusun. Bana çok geldiğin birgün oturduğum halde kusma isteğime engel olamadım. Yanımda çantamdan başka bir şey olmadığı için bir çanta dolusu kusmuğum ve ben yolculuk yapmaya devam ettik. O kadar yardımsever insanlar gördüm ki iğrenmeyip herkesin başına gelebileceğini söyleyip, elimi yüzümü silip beni sakinleştirdiler. Bu insaların rahat yolculuk yapabilmeleri için çantamdan kurtulmamız gerekiyordu ve durağıma gelmeden inip çantamdan kurtuldum. Sonra tekrar bindim. Yolculuk bu biter mi? Bitmez elbette, her durak ayrı bir macera. Çantama bıraktığım atıktan dolayı tansiyonum düştü, enerjim çekildi ve bayılıyorum deyip kendimi yerde buldum. Etrafımda insanlar, bazıları ayakta bazıları oturuyor. Bana bakıyorlar bende onlara. Bana yer verin demedim zaten beden dilim ziyadesiyle bu talebi dillendirdi ama anlatamadım. Bende uzattım bacaklarımı, kaldım yerde. Üstünden atlayıp geçsinlerdi. Yine ağladım hem kendime hem de bu hale gelen birine yardım etmeyen insanların nasıl bu hale gelebildiğine. Bu olayları üst üste yaşayınca doyum noktasına ulaşıyorum ve senin ile arama mesafe koymak istiyorum.
Soğuk havalarda hamam kıvamındaki sıcaklığın ile içimizi ısıtyorsun, evimizden bile sıcak olabiliyorsun. Yazın biraz abartıp morgtan hallice soğuk olabiliyorsun. Metrobüsünde mevsimi olur mu demeyin. Mevsimlik işçiler, öğretmenler, öğrenciler memleketlerine, yuvalarına çekildiğinde öyle ferahsın ki hatta sevimli bile geliyorsun. Yağmurlu bir sonbaharda hele birde cam kenarında yer bulmuşsam, müziğimi açıp yollara, denize bakıp uzun bir yolculuğun hissettirdiği duygunun bir parçasını yaşayabilirim. “Ne güzeldir yollarda olmak şimdi” diyen şarkıya eşlik edip, işe gidiş yoluma anlam bile katabiliyorum. Kışın sabah ve akşam hallerini birbirinden ayırt etmek neredeyse imkansız. Sana ulaşmak için gece mi gündüz mü olduğu belli olmayan karanlık bir vakitte yollara düşüyorum. Beni sana ulaştıracak otobüse bindiğimde, bu saatte benden başka kimsenin sana ulaşamayacağını düşünme gafletinde bulunuyorum. Seni görüyorum ama kavuşamıyorum. Kavuşmamız zaman alıyor. Birkaç denemeden sonra başarıyoruz. Bazen yılıp vazgeçesim geliyor diğer insanlar bilmiyorlar ama bana bu yolda yalnız olmadığımı hissettirip güç veriyorlar. Devam edebilme gücümü insanlardan alıyorum. O kadar kalabalığız ve birbirimize kenetlenmişiz ki kışın soğuğu bizi korkutamaz.
Senin ile hastalıklı bir ilişkimiz var. Sebep olduğun fizyolojik ve psikolojik rahatsızlıklara rağmen varlığın ile kendime mutlu olabileceğim sebepler buluyorum. Yolculuk sırasında, senin yolun dışındaki yola bakıp iyi ki varsın yoksa araba trafiği hiç çekilmezmiş diye mutlu oluyorum. Rüyalarıma bile girdiğin oluyor; ilk duraktan kocaman bir balona tutunmuşum, balonun hava alması için ufak bir delik açıyorlar, balonun havası tam eve geliş mesafem kadar. Havası kaçan balon ile isimlerini tek tek gördüğüm duraklardan sırası ile geçiyoruz. Yaklaştığımız her durakta aşağıdaki insanlar balonu patlatmak için iğne atıyorlar. Bu insanlardan kaçmaya çalışıyorum, bunlar metrobüse aynı anda hücum ettiğimiz, aynı yeri kapmaya çalıştığımız insanlar. Eve vardığımda balon tamamen sönüyor, ufalıyor ve yolculuğum tamamlanıyor. Balonuma tutunup, gökyüzünden rahat rahat eve geliyorum. 
İçerideki içiçelik az gelip daha da samimileşmeyi kendinde hak gören hasta ruhlu insanlardan bahsetmeyeceğim. Bu şekilde anılmanı istemiyorum. Çünkü bu senin suçun değil. Türevin olan çoğu toplu taşımanın ortak kaderi. Tekmelerim de güçlendi bu sayede. O tekmelerden sonra ertesi gün yine o kişilere rastlayacağım diye ürkerek, korkarak sana yaklaşıyorum. Her zaman güçlü hissetmiyor ki insan kendini.
Kalıbımın dışına çıkıp farklılıkları seninle denemeyi öğrendim. Sanırım senin ruhuna en çok rock müziği yakıştırdığım için rock müzik kültürüm senin ile gelişti. Müzik dinlerken, metrobüste herkesin eşlik edip, kafa salladığını, oynadığını gözümde canlandırıp eğleniyorum. Sportif katkılarından, sosyoloji, psikoloji ve felsefi bilimler açısından gelişmeme sağladığın faydalar için minnettarım. Sayende kanaatkar bir insan da oldum. Artık tüm duraklarını görmesem bile azın ile yetinebilirim. Bu aşkı daha fazla sürdüremeyeceğim. İlişkimize ara verelim hem sen daha iyilerine layıksın. Sevenlerin o kadar çok ki benim eksikliğimi hissetmesin. Her şey için teşekkürler metrobüs...
                                                                                           


                                                                                         Beylikdüzü-İSTANBUL